Yıllar Önce Bugünlere Işık Tutan Bir Gazeteci: Uğur Mumcu

Aysar_

İçim Garip, Sıfır Huşu
Kayıtlı Üye
30 Ağustos 2014
1.195
5.176
Bugün Uğur Mumcu'nun doğum günü... Mumcu, yaşasaydı 78 yaşına girecekti...

CqdcZjvXgAE9u-p.jpg


Bir Pazar Sabahıydı...



Bir pazar sabahıydı, Ankara'dan gelen haber yürekleri yaktı...

Demokrat ve cesur kimliği ile bilinen gazeteci Uğur Mumcu, arabasına konmuş bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirdi.

24 Ocak 1993'te, özgür basının en önemli kalemlerinden, gazeteciliği ile, duruşu ile, hayat mücadelesi ile örnek Mumcu'nun hayatını kaybetmesi, yüzlerce kilometre uzaklardan birçok kişiyi Ankara'da, cenazesinde buluşturdu. Onu kaybedişimizin üzerinden 27 yıl geride kaldı... Yaptıkları ile, mücadelesi ile, demokrat ve vatansever duruşu ile Mumcu'yu yazdık.

Yaşasaydı bugün 78 yaşında olacaktı...


Yaşam öyküsü


indir (1).jpg


Kırşehir doğumlu olan Uğur Mumcu, 1942'de dünyaya gelmiştir. İlkokul ve ortaokulu Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi'nde okuyan Mumcu, başarılı bir tahsil hayatı sürdürmüştür.

Üniversite döneminde ise, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okumuş, bu okuldan da 1965'te mezun olmuştur.

'Ordu uyanık olmalı' ve hapis cezası

Öğrenciliği döneminde 'Yol Dergisi'nde yazmaya başlayan Mumcu, bir yazısında kullandığı 'Ordu uyanık olmalı' cümlesi sebebiyle orduya hakaret etmekten gözaltına alındı, 7 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak karar Yargıtay'ca bozuldu ve serbest bırakıldı.

'Sakıncalı Piyade' Uğur Mumcu...

Orduya hakaret davasının üzerinden cezaevi ile tanıştığı için, Uğur Mumcu 'sakıncalı' olarak fişlenmişti, ve askerliğini er olarak yapacaktı.

Tuzla Piyade Okulu'ndaki üç aylık eğitiminden sonra, er olarak Ağrı Patnos'a gönderilen Mumcu, burada kendisinden yedek subaylık hakkını alanlara karşı bir dava açtı ve kazandı. Ancak gitmeyecekti.

O dönemde şu ifadeyi kullanmıştır:


''Evet, evet ne olursa olsun, ben Patnos dağlarında halk çocuklarıyla er olarak askerlik yapmayı emekli olduktan sonra siyasal iktidarın uzattığı yönetim kurullarında, on binlerce lira para alan orgeneral olmaya değişmem!''

Araştıran, sorgulayan, mücadele eden bir gazeteci profili

Uğur Mumcu, Yeni Ortam gazetesinde yazarlık yaparken, 1975 yılında Cumhuriyet'te yazmaya başladı. 1962 yılında yine Cumhuriyet'te yayınlanan 'Türk Sosyalizmi' başlıklı makalesi ile de, Yunus Nadi Ödülü'nü almıştı.

Analizlerle, yolsuzluk dosyalarıyla, incelemelerle dolu dolu bir gazetecilik hayatı bulunan Mumcu'nu çalışmaları şu şekildeydi;

-Mobilya Dosyası (Uğur Mumcu’nun ilk Kitabı, S. Demirel'in yeğeninin hayali mobilya ticaretini konu alır)

- Suçlular ve Güçlüler

- Bir Pulsuz Dilekçe

- Çıkmaz Sokak

- Silah Kaçakçıları ve Terör

- Ağca Dosyası

- Devrimci ve Demokrat

- İnkılap Mektupları

- 12 Eylül Adaleti

- Tarikat – Siyaset – Ticaret

- 40′ların Cadı Kazanı

- Gazi Paşa’ya Suikast

- Sakıncalı Piyade

- Büyüklerimiz

- Tüfek İcad Oldu

- Söz Meclisten İçeri

- Terörsüz özgürlük

- Liberal çiftlik

- Aybar ile Söyleşi

- Rabıta

- Bir Uzun Yürüyüş

- Kazım Karabekir Anlatıyor

- Kürt İslam Ayaklanması

- Kürt Dosyası (Uğur Mumcu’nun Son Kitabı)


Sorumlu gazetecilik anlayışı


cats.jpg


Irkçılığa, mezhepçiliğie ve dinciliğe karşı çıkan; aydın bir demokrattı Mumcu. Çalıştığı birçok haber üzerinde, dosya üzerinde karşısındaki 'tehlikeli oyuncular'ın kim olduğu en iyi o biliyordu, ancak devam etti.

Nitekim, suikastten üç gün önce yine o dönemde Cumhuriyet'te olan İlhan Selçuk'a, 'Ağabey, seni ve beni öldürecekler' dediği biliniyor. Yani yaşanacaklardan haberdardı.


Tehlikeye yıllar öncesinden dikkat çekmişti...


CqdpOtrWgAAi2Wa.jpg



Uğur Mumcu, yıllar önce bir yazısında cemaat tehlikesine dikkat çekmiş ve ‘’Tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar, 30 yıl sonra General olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar” demişti.


Uğur Mumcu cinayetinin faili kim?

54119_600x399.jpg

Eskişehir - Uğur Mumcu Parkı


Faili meçhul de denilmektedir, faili devlet de denilmektedir...

Mumcu suikasti, ilk olarak radikal islamcı gruplar İslami Hareket, İBDA-C, Hizbullah gibi örgütler tarafından üstlenilmiştir. Ancak bunun 'paravan' olma ihtimali de var, nitekim Uğur Mumcu o dönemde birçok önemli konu üzerinde araştırma yürütüyordu.


Barzani-Mossad ilişkisi

Uğur Mumcu, Barzani ile Mossad arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak adına çalışmalar yürütüyordu. O dönem, İsrail Büyükelçisi'nin ısrarla Uğur Mumcu ile görüşmek için davet gönderdiği biliniyor. Mumcu tek başına görüşmek istemese de, ağabeyi Ceyhan Mumcu'ya göre bu görüşme gerçekleşmiştir.

Talabani'ye giden silahlar

Ergenekon davası'nda sakınlarından Ümit Oğuztan ise, Uğur Mumcu'nun o dönem seri numarası silinmiş ve Celal Talabani'ye götürülen silahlar ile ilgili yaptığı araştırmadan dolayı öldürüldüğünü belirtmiştir.

Devlet namus borcunu henüz ödemedi.

Demokrat, vatansever ve kalemi kuvvetli bir gazeteci olan Uğur Mumcu'nun, birçok önemli dosya üzerinde çalışırken, emperyalist aktörler ve faaliyetlerini deşifre ederken böylesine hain bir suikaste kurban gitmesi, herkeste şok etkisi yaratmıştı.

Dönemin Başbakanı Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü 'cinayeti çözmenin devletin namus borcu' olduğunu söylemiştir. 24 Ocak 1993'ten bugüne, bu failimeçhul olayın karanlık perdesi hala aralanamamıştır.


Kızı Özge Mumcu Aybars, babası için yazdığı mesajda "Bir konuşmasını açsanız, bir yazısını okusanız ne güzel olur..." yazdı

1.jpg


-------------------------------


Mumcu'nun 1975'teki kaleme aldığı 'Sesleniş'i paylaşıyoruz: Vurulduk ey halkım, unutma bizi!


Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.

Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. dövüldük, vurulduk, asıldık.


Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu, insanlık sustu.


Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık önlerine. sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Giresun'daki köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğudaki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler sizin için öldük. Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.

Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komunist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşında emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha dik tutabilmekti bütün çabamız. bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.

Vurulduk ey halkım unutma bizi...

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eli değmemişti ellerimiz. bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi...

Bizi öldürenler , bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi...

Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.


Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım,

unutma bizi,
unutma bizi,
unutma bizi...



Sesleniş, Uğur Mumcu'nun, 25 Ağustos 1975'te kaleme aldığı yazıdır.

-----------------------------------


kaynak: sadece yazı onedio sitesine ait.


https : // onedio. com / haber/ yillar-once-bugunlere-isik-tutan-bir-gazeteci-ugur-mumcu-441433


Cqcx7GgW8AAKU-G.jpg



Dipnot: BBC Türkçe - Arşiv Odası programında Uğur Mumcu'nun yer aldığı bölümleri dinlemek isteyenler için;

ARŞİV ODASI: Uğur Mumcu, 1983 - BBC TÜRKÇE



ARŞİV ODASI: Uğur Mumcu, 1984 - BBC TÜRKÇE

 
Son düzenleme:
Uğur Mumcu’ya 25 yıllık hasret...

25 yıl önce, 1993’ün 24 Ocak günüydü. Hep yaptığı gibi birkaç dakika önceden çıkıp arabayı çalıştırmak istedi Uğur Mumcu. O sabah hasta ziyaretine gitmek için evlerinden çıktıklarında ailesini korumak için arabaya daima önceden binen Uğur Mumcu, anahtarı “karanlık güçlerin hazırladığı” ölüme çevirdi. Köşesinde yolsuzlukları ele alan, teröre karşı çıkan, olayların perde arkasındakileri çıkartma mücadelesi veren, radikal selefi örgütlerin giderek daha da tehlikeli olacağını yazan Mumcu, araştırmacı ve titiz gazeteciliğiyle bugünlere işaret etmişti. Uğur Mumcu, bu hafta boyunca çeşitli etkinliklerle anılacak.

Bundan tam 25 yıl önce, 1993 kışının pazar gününe denk gelen bir 24 Ocak günüydü. Daima yaptığı gibi birkaç dakika önceden çıkıp arabayı çalıştırmak istedi Uğur Mumcu. Cuma akşamından beri kullanmamıştı arabasını. En son çocuklarıyla yemeğe gidip, 22.30 sıralarında dönmüşlerdi. O andan bu yana arabaları evlerinin önünde duruyordu.

O sabah hasta ziyaretine gitmek için evlerinden çıktıklarında ailesini korumak için arabaya daima önceden binen Uğur Mumcu, anahtarı ‘apansız bir ölüme’ çevirdi. Sonrası türkü oldu.

Ertesi gün eşi Güldal Mumcu, arabalarının durduğu yerin, polis noktasının çok yakınında olduğuna dikkat çekerek, “Böyle bir şey nasıl olur, anlamıyorum” diyecekti.

İlhan Selçuk, suikastın ertesi günü olan 25 Ocak 1993 günü, “Bile bile lades” diye yazacaktı.

Haftada 6 gün yazdığı köşesinde yolsuzlukları ele alan, teröre karşı çıkan, olayların perde arkasındakileri gün yüzüne çıkartma mücadelesi veren, radikal selefi örgütlerin giderek tehlikeli bir konuma geçtiğini ifade eden ve bunun yalnızca darbecilerle, emperyalizmin çıkarlarına yarayacağını 1979’da gencecik insanların sokak ortasında kurşunlandığı, kahvelere ve evlere bombaların atıldığı bir ortamda silahlı eylemlerle bir yere varılamayacağını dile getirmişti.

Fakat ne terör yeni bir kavram ne de Türkiye halklarının karşı karşıya kaldığı tehlikeler. Öldürülüşünün yıldönümünde özlemle andığımız yazarımız Uğur Mumcu’nun ‘Gözlem’ başlıklı köşesinden aktardığı, güncelliğini hâlâ koruyan yazılarını sizler için derledik....

Radikal İslama karşı uyarmıştı

Aksoy cinayeti...


Devlet, İslami hareket adına, uçlarına susturucu takılmış silahlarla cinayet işleyen çetelere karşı bu kadar çaresiz midir?

Yoksa “devlet” dediğimiz şu büyük aygıta takılan başka susturucular var da biz mi bu susturucuları bilemiyoruz! *2 Şubat 1990

Beyinler rehin, vicdanlar ipotekli

Toplum olarak birçok konuda duyarlılığımızı yitirdik. Belli olaylara uygar insanlar olarak tepki göstermek, ses yükseltmek, bir şeyler söylemek gibi doğal davranışlar, yerlerini kaygı veren kayıtsızlıklara terk ediverdi. Herhalde istenen de buydu.

Tepkisiz toplum, zamanla kendini suskunluğa mahkûm eder. Suskun toplumlarda yalnızca egemen güçler konuşur. Böyle toplumlarda seçmen çoğunluğu bir aritmetik kalabalık olarak kalır.

***

Buyurun tepki gösterin... Yok, yok, beylerimizin beyinleri rehinli, vicdanları ipoteklidir.

***

Türkiye’de binlerce vatan evladının öldürülmelerine, binlercesinin sakat kalmasına ve yine binlercesinin hapis yatmasına yol açan bu uğursuz terörün araştırılması hepimize düşen bir insanlık ve yurttaşlık görevi değil miydi? Hayır, tersine “Niçin bu konuları araştırıyorsun?” diye sorularla karşılaşıyorum. Evet, evet böyle... Neredeyse bunları araştırmak suç sayılacak. Kur şirketi, vur parayı, gazetecilik yap, dön köşeyi... İstenen bu” *26 Nisan 1985


Kim, kimi, neden öldürüyor?

Ortadoğu, emperyalizmin kol gezdiği, terör örgütleri ile çeşitli istihbarat örgütlerinin kanlı ve kirli oyunlar oynadığı karanlık bir dipsiz kuyudur. Bu karanlık ve dipsiz kuyuda cinayetler birbirini izler. Halk deyişi ile Ortadoğu’da “kimin eli kimin cebindedir” bilinmez. Kim, kimi, neden öldürüyor? Bu soruların yanıtlarını anında bulmanın olanağı da yoktur. Olaylar yıllar sonra aydınlanır. O da bir kısmı!

Örneğin 1972 yılında “Şivan” kod adıyla bilinen, Molla Mustafa Barzani’nin yanında savaşan ve Kürt gençlerine emrindeki kampta gerilla dersleri veren Dr. Sait Kırmızıtoprak ve “Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi” lideri Sait Elçi’yi kimler öldürmüştü? Bu sorunun yanıtına geçen pazar günü alçakça pusuya düşürülerek öldürülen Musa Anter, 1990 yılında yayımlanan “Hatıralarım” adlı kitabında yer vermişti. *27 Eylül 1992


Sarsılan adalet

“Adalet duygusu” diye bir inanç vardır. Bu inanç bir kez sarsıldı mı, istediğiniz kadar çabalayın, inandırıcı olamazsınız. Hele adalet duygusu devlet eliyle yok edilirse yıkıntı büsbütün büyük olur.” *28 Nisan 1985


Elhamdülillah milyarderiz!..


Her şeyin sahtesi var... Paranın sahtesi var... Tablonun sahtesi var... Altının, gümüşün, elmasın sahtesi var...

Var oğlu var!..

Peki dinin ve ideolojilerin de sahtesi yok mu? Olmaz olur mu hiç? Var. Dinin sahtesi, siyasete karışmış olanıdır. Din duygularının ve dince kutsal kavramların siyaset adına kullanılması ile din, din olmaktan çıkar, siyasetin aracı olur. Siyaset ticarete, ticaret siyasete, din de her ikisine araç edildi mi artık bu sömürünün sonu gelmez... Din ticareti ile meşgul olanlara bakın, hemen hemen hepsi milyarder. Yalnızca Türk Lirası ile milyarder değil bunlar, dolar milyarderi, mark milyarderi olmuşlardır birçoğu.

Oh ne kolay!.. Çek bir besmele, gelsin paralar... Finans kuruluşları, şirketler ve bu finans kuruluşları ve şirketler aracılığı ile kazanılan milyarlar... Elhamdülillah Müslüman’ız!.. Elhamdülillah milyarderiz!.. Bir kolumuz siyasette öbür kolumuz ticarette, ayaklarımız da tarikatlarda... Bir üçgen bu... Ticaret, siyaset ve tarikat üçgeni...

Bunlar dindarın sahtecileridir. Zavallı yoksul Müslüman yurttaşların kanlarını emenler de bunlardır. İnanç sömürücüleridir bunlar...” *1 Mart 1987


Bilgi ve aydınlık

Kürt sorununu yeterince biliyor muyuz? Kimse bu soruyu “Evet, biliyoruz” diye yanıtlayamaz. Bu bilgi eksikliği bugün olup bitenler ile sınırlı değildir. Yakın tarih konusunda da aynı yetersizlik söz konusudur. Bu bilgi ve haber eksikliği olayların gereği gibi algılanmasına ve yorumlanmasına engel oluyor. Bu konudaki bilgi ve haber eksikliğinin birinci nedeni Kürt sorunu üzerindeki yasaklardı. Bu yasaklar kalkmadan olayların incelenmesi de kolay değildir.

Bu bilgi ve haber eksikliği, sorunun “slogan” düzeyinde ele alınması sonucunu doğuruyor. Etnik ve ideolojik bağnazlıklar, konunun derinlemesine araştırılmasını da engelliyor.

***

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak alışkanlığı en çok Kürt sorununda geçerlidir...” *14 Ekim 1992

348064BB-06D3-49CE-9815-B6516D645BA2_57259670.jpg


İmam-subay

TBMM Milli Eğitim Komisyonu, harp okullarına giriş koşullarını düzenleyen yasa tasarısını görüşürken verilen bir değişiklik önergesi ile imam hatip okullarını bitirenlerin harp okullarına girişlerine engel olan madde değiştirilmiş. Bu değişiklik TBMM tarafından da uygun görülürse, harp okullarına önümüzdeki ders yılından başlayarak imam-hatip lisesi mezunları da girebilecekler.

İmam-hatip liselerini bitirenler neden ilahiyat fakülteleri ve İslam enstitülerine gitmiyorlar da ille de kaymakam, vali, savcı, yargıç ve subay olmak istiyorlar? Bu uzun vadeli eğitim ve bürokratik yerleşim projesini kimler planlıyor?

***

Bugüne kadar imam-hatip liselerini bitiren 433.277 kişi var. Diyanet İşleri’nde çalışan imam-hatipli sayısı 39 bin.

***

İmam hatipliler din adamı olarak çalışmayacaklarsa, neden ard arda imam-hatip okulları açılıyor? Türkiye’de son yıllarda siyaset, ticaret ile tarikatlarla iç içe gelişiyor.

Yasa var ol Harbiye/Selamünaleyküm sivil toplum/Maşallah ikinci cumhuriyet/ Ruhuna el fatiha laiklik... * 22 Ocak 1993



Okurlara...

Cumhuriyet gazetesi, Babıâli basını içinde tek başına bir adaya benzer. Kaynağı, kökeni, yapısı, biçimi öteki gazetelerden çok farklıdır. Gazetenin bu kendine özgü özelliğinin nedeni ve sonucu aynı sözcükle açıklanabilir: Cumhuriyet, “bağımsız” bir yayın organıdır. “Bağımsızlık” gazetenin hem geçmişini hem de bugününü anlatan bir kavramdır. Bu bağımsızlığı korumak ve sürdürmek her babayiğidin harcı değildir. Hele bu hiperenflasyonlu ortamda sırtını holdinglere dayamadan ayakta durmak başlı başına bir direniş ve kimlik sorunudur. Gazeteniz siz okurlarının özverili destekleri ile bu sınavdan bugüne değin hep yüzakı ile çıkmıştır. Bundan sonraki her sınavı da sizlerden alacağı destek ile yine yüzakı ile verecektir.

Bugün Babıâli basını çoğunlukla holdinglerin elindedir. Bu ilişki öylesine içli-dışlıdır ki, bazı gazetelerin genel yayın müdürleri ile başyazar ve yazarları da aynı iş dünyasında yerlerini bulmuşlardır. Cumhuriyet, böyle bir basın dünyasında bağımsızlığını koruma ve sürdürme savaşımı vermektedir.

***

Sizlere her gün daha iyi bir Cumhuriyet verme çabasındayız. “Bir ekmek, bir Cumhuriyet...” Babıâli basınının gözleri boyayan, kulakları tıkayan, holding kasalarına bağlı aldatıcı görüntülerine karşı, yalın gerçekleri yalnızca bu gazetede izleyebilirsiniz. Bunun için “bir ekmek, Bir Cumhuriyet” diyoruz.

Okurlar ile omuz omuza, el ele, yürek yüreğe... * 2 Nisan 1985



Gazetecilere gazetecilik dersi

1984’te, araştırmalarını nasıl yaptığı sorulduğunda tüm titizliğiyle, “Eğer bir dava dosyası çok ciddi okunursa, bütün belgeler orada vardır. Benim kaçakçılık konusundaki bütün araştırmalarım son 20 yılın kaçakçılık dosyalarına dayanıyor” cevabını vermişti Uğur Mumcu. Türkiye’de konulara genel yaklaşımların geçerli olduğunu ve kendisine ‘gazeteciyim’ diyenlerin olaylara genelgeçer yaklaşmasını eleştiren Mumcu, aynı söyleşide “Abdi İpekçi dosyasının açığını yakalayabilmek için 10 kez okudum; ki 500 sayfadan fazla o silik fotokopiler. Yani zamanını ayırmak sorunu. Bizdeki gazetecilik anlayışı şu: Köşende oturacaksın, çayını içeceksin, yazını yazacaksın. Oysa gazetecilik haber demek ve her gün yenilenen bir olay” demişti.


Arkadaşları anlatıyor


Orhan Erinç - ‘Meslektaşım ve kapı yoldaşım’

Sevgili Uğur’un öldürülüşünün yıldönümündeyiz. Alçakgönüllüğü nedeniyle Ankara büromuzdaki numarasına “Yolsuzluk masası” gibi sıradan bir tanım yakıştırması, günümüzden bakınca daha da önem kazanıyor ve büyüyor. Uğur Mumcu benim hem meslektaşım hem kapı yoldaşım. Çünkü kendisiyle Cumhuriyet’te birlikte çalışma olanağını bulan kişilerden biri de benim. Bir pazar günü televizyon izlerken geçen altyazıdan Uğur Mumcu’nun arabasına konulan bombayla öldürüldüğünü gördüm. Sonra fark ettim ki donup kalmışım. Daha sonra arkadaşlarımızla sendikada buluştuk. Cumhuriyet’e başsağlığına gittik. Çok iyi bir hukukçu, gazeteci, araştırmacı soruşturmacı gazeteciliğin önder meslektaşlarımızdan biri olduğunu belirteyim.


Ali Sirmen - ‘Onu çok özlüyorum’


Uğur Mumcu dışarıdan bakıldığı zaman yolsuzlukları takip eden, haksızlıklarla mücadele eden, hırsızlıklarla baskılara karşı mücadele eden asık suratlı, çatık kaşlı bir savcı izlenimi verirdi. Halbuki bunlar Uğur Mumcu’yu yansıtmaz. Uğur Mumcu, sürekli gülen, son derece dost, mizah duygusu yüksek bir insandı. Uğur Mumcu’nun gazeteciliği araştırmacı gazetecilikti. Uğur Mumcu, gazeteciliğin halkın haber alma özgürlüğünün bir parçası olduğunu, aracı olduğunu bilirdi. Gazetecilik ilkesinde korkusuzluk ve cesaret de yer alırdı. Onu çok özlüyorum. İçtenliğinin kanıtı, özgürlükler ve kavramlar konusunda, hiçbir zaman bizden olanlar ve olmayanlar diye ayırım yapmamış olmasıdır. Türkiye’de uzun yıllar uygulanmış olan TCK’nin 141- 142 ve 163. maddelerinin kaldırılması konusu gündeme geldiğinde, Uğur Mumcu, nasıl sosyalistlere karşı baskı aracı olarak kullanılan 141- 142. maddelere karşı tavır koymuşsa, siyasal İslama karşı uygulanan 163. maddeye de muhalefet etmişti. O, herkes için özgürlük ve demokrasi istiyordu, sosyalistler için de, siyasal İslam için de... Siyasal İslam ile mücadelesini demokrasi sınırları içinde yürütüyordu ve bu ikisi birbirleriyle çelişmiyordu. Bu ayın yapmama tavrı, terör konusunda da geçerliydi. En sık tekrarladığı sözlerden biri “Terör nereden gelirse gelsin, terördür ve karşı durulması gerekir”di.


Şükran Soner - ‘Haklılığı vicdanından ve cesaretinden geliyor’

Ben Uğur Mumcu’yu 12 Mart sürecinde, Madanoğlu davasında tanıdım. Mamak’a ziyarete giderken kışlanın dış kapısında iki adam karşılardı bizi. Biri Erol Toy, diğeri Uğur Mumcu. İçeriye hiç giremediler. Sadece içeriye selam göndermek ve içeriden istenen kitapları öğrenip, “Siz İstanbul’dan taşımayın. Biz alırız” demek vefasını ve özverisini göstermek için oradaydılar. Doğan Avcıoğlu içeriye sağlanan o kaynak kitaplarla Doğu Anadolu’nun düzenini yazdı. Uğur, Sakıncalı Piyade’ydi henüz. Müthiş bir hukukçu aynı zamanda. Hem hukuk bilgisi hem bilimsel araştırma verisi hem de bu verileri buluşturup, geçmiş ve ileriye dönük tüm sonuçlarıyla ilişkilendirme yetisi.. Her çalışması böyledir. Bütün davaların dosyalarını topluyor, isimleri kayda alıyor, tüm çalışkanlığıyla karşılaştırıyordu. Mesela yurtdışına bir panele gideceksem, “Şükran, şu derneklere uğra, şu belgeleri al, şu davanın şu mahkemesi var oradan dosya yollasınlar, büyükelçiliklere söyle şu belgeleri yollasınlar” derdi. Her yerden kaynak topluyordu. Onu Uğur Mumcu yapan işte buydu. Hiçbir insanın arkasından bu boyutta bir özdeşleşme yaşanmadı. Ortak değerlerin bileşkesini taşıyor çünkü. Haklılığı vicdanından ve cesaretinden geliyordu. Herkes onda kendinden bir şeyler bulabiliyor: biri araştırmacılık, biri cumhuriyet değerleri, diğeri dürüstlük... Ya da birinin mafyadan derdi var, diğerinin Siyasal İslamdan canı yanmış. Çünkü herkesin insani değerlerle canının yandığı bir şeyler var. O soğuk kış koşullarına rağmen insanları sokağa döken buydu.


Altan Öymen - ‘Bütün duvarları kütüphanelerle doluydu’


Uğur Mumcu, çok çalışkan bir insandı. Çalışırken, öğrenirken, onları yazarken, anlatırken, gülünecek taraflarını bulur; arkadaşlarıyla paylaşırdı. Bütün sohbetlerinde hem kendisini hem de onu dinleyenleri eğlendirirdi. Çalışkanlığının örneklerini düşününce onun kendisine yaptığı çalışma odası aklıma geliyor. Evinin yanındaki boşalan daireyi almış, orayı tam bir çalışma odası haline getirmişti. Bütün duvarları kitaplıkla doluydu. Kütüphaneler içerisinde de dosyalar vardı. O zaman daha bilgisayar gelişmemişti. İlk bilgisayara geçenlerden biriydi. Ayrıca yolsuzlukları izleyen ajans kurulmasını istiyordu. Bunun projelerini yapıyordu, ölmeden kısa bir süre önce bana da anlattı. Araştırmacı gazetecilik ajansı gibi. “Burada Türkiye’deki yolsuzluk hadiseleri başta olmak üzere bütün gazetelere servis yapabilecek ajans kurulsa ne iyi olurdu” diyordu.


Kaynak: Cumhuriyet
 
Uğur Mumcu Suikasti Dosyası 1993 | 32. Gün Arşivi

24 Ocak 1993’te düzenlenen Uğur Mumcu suikasti, tüm Türkiye’yi sarstı. Milyonlarca insan Mumcu’nun cenazesinde bir araya geldi. 32. Gün ekibi, demokrasi ayıplarımızdan biri olarak tarihe geçen Mumcu suikastini, ertesi hafta böyle dosyalaştırdı.


 
.

Ölümünün 27. Yıldönümünde Uğur Mumcu'yu Kızı Özge Mumcu' dan Dinledik -


[ 23 Ocak 2020 tarihli yayın. ]








Uğur Mumcu'nun kütüphanesi hakkında bir bilgi ; 45 bin kitabı varmış.

.
 
' Güldal, Bunlar Beni Öldürecek ! '

25 Ocak 2020

Bugün gazeteci Uğur Mumcu’nun katledilmesinin 27’nci yıldönümü.

Gerçek bir yurtsever olan Uğur Mumcu, birçok konuda olduğu gibi Türkiye’nin düşmanı ve emperyalistlerin maşası olan PKK ile ilgili en gerçekçi ve cesur tahlillerde bulunmuştu.

Öldürülmeden önce terör örgütü PKK’nın Amerikan istihbarat örgütü CIA ve İsrail gizli servisi MOSSAD tarafından nasıl kullanıldığını belgeliyordu.

Yazdıklarının hepsi gerçekti ve bugün de geçerliliğini koruyor. Çünkü zamanın yıpratamadığı şey gerçeklerdir.

Biliyorum, PKK’ya ağzını açıp “terörist” diyemeyen, cinayetlerini kınayamayan ne kadar bilgisiz, hafızasız, kötü niyetli manipülatör varsa yine Uğur Mumcu’nun adını ağzına dolayacak.

Peki Uğur Mumcu’nun katledilmesi süreci nasıl, bunu biliyorlar mı?

Eşi Güldal Mumcu, cinayetten tam 20 yıl sonra 2013’te bunu ‘İçimden Geçen Zaman’ (UMAG Yayınları) kitabında anlattı.



5e2a13b367b0a913f4811062.jpg





PKK’NIN GAZETESİ ‘ÖZGÜR GÜNDEM’ HEDEF GÖSTERDİ


Uğur Mumcu
öldürülmeden önce PKK ve arkasındaki gizli servislerin rollerini yazıyordu. CIA ve MOSSAD ilişkisini ortaya döküyordu. Öldürülmeden iki hafta önce 7 Ocak 1993’te Cumhuriyet’te yayınlanan, Güldal Mumcu’nun da kitabında yer verdiği yazısını şu soruyla bitirmişti:

“(...) Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında? Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?”

Uğur Mumcu
PKK terör örgütünü yazdıkça ona “Kürt düşmanı” iftirasını atıyorlardı, hedef gösteriyorlardı, tıpkı bugün olduğu gibi.

Nitekim Mumcu başına gelecekleri cinayetten kısa bir süre önce eşi Güldal Mumcu’ya anlatmıştı. Güldal Mumcu, ‘İçimden Geçen Zaman’ kitabında yaşadıklarını şöyle aktardı:

“1992 yılının sonbaharında bir sabah... Uğur gazeteleri okumuş, ayakta duruyor. Ben yine bordo koltuktayım. Birden, ‘Güldal’ dedi, ‘Bunlar beni öldürecekler!’

‘Kim?’ dedim.

Yaşar Kaya’nın Özgür Gündem gazetesindeki makalesini gösterdi, şu satırları okudum:

‘Kürtler Cumhuriyet’in kurulmasında temel taş oldular. 1925’ten sonra Kürtler inkâr edildi. Bu konuda Mumcu’nun Kürtler için istediği bir şey var mı? Herkes maskesini çıkarsın!... Yoksa yüzlerindeki maskeyi biz yırtacağız. Biz yırtmazsak bile Kürt halkının dinamiği yırtacak. Herkesin notu, karnesi belli olmuştur. Kürt düşmanlığı yapmamak bile namus borcudur...’

‘Nereden çıkarıyorsun?’ dedim.

‘Halkın dinamiği yırtacaktır, sözünden. Bundan daha açık söyleyemezler’ dedi.”
(Sayfa 47-51)

Uğur Mumcu, PKK’nın dış desteği yanında örgütün elebaşısı olan Öcalan ve yurtiçindeki karanlık ilişkileri araştırıyordu. 1970’lerde aynı suçtan yargılanan kişilerden daha hafif ceza ile kurtulan Öcalan’ın, Maliye Bakanlığı’ndan aldığı bursun kesilmesi gerekirken 1980’e kadar devam ettiği ve bir şekilde korunduğunu araştırıyordu.

Güldal Mumcu’nun kitabında anlattığına göre 1970’lerde savcı olan ve 1993 yılında DYP’den milletvekili olan Baki Tuğ, Uğur Mumcu’ya, “Bana onun MİT görevlisi olduğuna dair bir yazı gelmişti. Arşivimde olma olasılığı yüksek. Çarşamba günü gelin, bulmuşsam belgeyi size veririm” dedi.

Ancak o görüşme gerçekleşemedi, çünkü pazar günü arabasında bomba ile havaya uçurulan Uğur Mumcu, o görüşmenin olacağı gün gözyaşları içinde toprağa veriliyordu, arkasında da tamamlayamadığı “Kürt Dosyası” isimli kitabı bırakarak...


HÂLÂ O TUĞLANIN ÇEKİLMESİNİ BEKLİYORUZ

GÜLDAL Mumcu
, kaybettiği eşi Uğur Mumcu’nun ablası Beyhan Gürson ile 4 Nisan 1995 günü saat 14.30’da soruşturmayı yürüten savcı Kemal Ayhan’ın odasına gider.

Bir yıldan fazla süren soruşturma sonucunu merak eden Güldal Mumcu, “Acaba olayın failleri hakkında bir kanaatiniz oluştu mu? Sizi temin ederim söyledikleriniz burada kalacaktır” diye sorar.

Kemal Ayhan, “Uluslararası istihbarat örgütleri, biraz mafya ve karanlık güçler” cevabını verir. 26 Haziran 1995 günü savcı Kemal Ayhan, eşi ve çocuklarıyla tatilde olduğu sırada evinde ölü bulundu, otopsi bile yapılmadan defnedildi. Güldal Mumcu, o süreçte dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ile yaşadığı bir diyaloğu aktarır: “Avukat Sayın Emin Değer’in de bulunduğu bir gün bizim eve gelen Mehmet Ağar, cinayetin karmaşıklığını anlatmak için, ‘Öyle bir iş ki, bir duvar gibi... Bir tuğla çekersek duvar yıkılır’ dedi. Ben de kendisine ‘Çekin o zaman’ cevabını verdim. ‘Çekemem, yapamam’ dedi.”

Ağar
bunu reddetti ama Türkiye 27 yıldır hâlâ gerçeğin önündeki tuğlanın çekilmesini bekliyor.



5e2a13b367b0a913f4811064.jpg



İSRAİL BÜYÜKELÇİSİ: ÖLDÜRÜLMEKTEN KORKMUYOR MUSUNUZ ?

GÜLDAL Mumcu
, Uğur Mumcu’nun araştırmalarının sonucunda vardığı noktayı şöyle aktarıyor kitabında: “Uğur Türkiye’de yaşanan terör olaylarını, Kürt isyanlarının karmaşık arka planını araştırdıkça, tahmin edilemeyecek birçok ilişkiye, ilginç bağlantılara, CIA, MOSSAD ve MİT ile Emniyet ve askeri istihbarat dahil birçok ülkenin istihbarat örgütünün varlığına ve bu arada Barzani’nin MOSSAD ve CIA ile ilişkilerini ortaya koyan yayınlara ulaşıyordu.”

Yazdıkları hem yurtiçinde hem de yabancı ülkeler tarafından yakından takip ediliyordu. Güldal Mumcu, Uğur Mumcu’nun otomobili içinde havaya uçurulmadan iki hafta önce İsrail büyükelçisiyle yaptığı görüşmeyi aktarıyor: “8 Ocak 1993 günü İsrail büyükelçisi Uğur’u görüşmeye çağırdı. Döndüğünde, sohbet ettiklerini, ne için çağrıldığını tam anlayamadığını ama konuşmanın bir yerinde büyükelçinin ‘Öldürülmekten korkmuyor musunuz?’ diye sorduğunu söyledi.”


Nedim Şener
 
.

Uğur Mumcu 💙

1984 tarihli Uğur Mumcu söyleşisini seviyorum. Tekrar dinlerken paylaşmak istedim.

- Uğur Mumcu bize çok kısa olarak yaşam öykünüzü anlatır mısınız ?
- Nasıl bir şey sizin için Gazetecilik , nasıl bir uğraş ?

- Bu kadar yoğun uğraş arasında dinlenmeye hiç vakit bulabiliyor musunuz ?
- Müzikle aranız nasıl ?
- Nasıl bir günlük yaşamınız var, bir gününüz nasıl geçer ?
- Çalışmalarınızın büyük bir kısmı araştırmalarınıza dayanıyor. Bu araştırmalarınızı nasıl yapıyorsunuz, hangi kaynaklara dayanarak ?
- Kendinizi yenilemeden bahsettiniz. Kendinizi nasıl yenileyebiliyorsunuz ?
- Yıpratıcı bir çalışma mı Gazetecilik ? Hiç bıktığınız oluyor mu ?

- Kaç kitabınız var ?
- Uğur Mumcu'nun şöyle bir boş vakti olsa ne yapmak ister ?
- Arabesk müzik dinliyor musunuz ?
- Müzik türünde ne dinlemek istersiniz, Bu programda sizin için ne çalalım ?

- Çalışmalarınızın dışında kitap okumaya vakit bulabiliyor musunuz ? Edebiyat, Şiir ?


ARŞİV ODASI: Uğur Mumcu, 1984 - BBC TÜRKÇE





Arşiv Odası programımızda bu hafta, 24 Ocak 1993'te düzenlenen bombalı saldırıyla öldürülen Uğur Mumcu var.

Yoğun çalışmaları arasında dinlenmeye vakit buluyor mu?

Arabesk dinler mi? Hangi şairleri, hangi yazarları beğenir? Türkiye'de demokrasiyi neye benzetir?

Mumcu, 1984'te, Londra'da BBC Türkçe'den Ayça Abakan ve Nuri Çolakoğlu'yla siyaseti değil ama müzikten şiire, edebiyattan tatile özel yaşamını konuşuyor.

[DÜZELTME: Bu videomuzda Mehmet Ağar için 'dönemin içişleri bakanı' ifadesi kullanılmıştır. Ağar, Suikast sırasında Erzusum Valisi, Güldal Mucmu'yu ziyaret ettiği sırada da Emniyet Genel Müdürü'ydü. Düzeltir özür dileriz.]



&



ARŞİV ODASI: Uğur Mumcu, 1983 - BBC TÜRKÇE






Arşiv Odası programımızın bu bölümünde, 1983 yılında yapılmış bir Uğur Mumcu röportajını yayımlıyoruz.

Mumcu, 1981 yılında Vatikan'da Papa 2'nci John Paul'e düzenlediği suikast girişimi ardından Roma'da tutuklu olan ve yargılanan Mehmet Ali Ağca'yı gören ilk gazeteci.

Davanın savcısı, çelişkili ifadeler nedeniyle bir ilerleme sağlayamayınca, 1983 yılında, Ağca ve ilişkileri üzerine çalışmalar yapan araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu'dan yardım istiyor ve Mumcu 'resmî tanık' sıfatıyla Roma'ya gidiyor.

Dönüşte Londra'ya uğrayan Uğur Mumcu, BBC Türkçe'den Nuri Çolakoğlu'na, Ağca'yla ilgili izlenimlerini anlatıyor.


.
 
Son düzenleme:
.

Rol Modeli Olarak Uğur Mumcu


Toplumlar sadece gelenekler, görenekler, yasalar, anayasalar, kurallar ve kurumlarla oluşmaz…

Toplumlar, kendi içlerinden çıkan “Rol Modelleri” ile de oluşur!

Bireyler, bazı insanları sever, benimser, yüceltir, onlara benzemeye çalışır…

Böylece toplum, değişme sürecinde yeniden biçimlenir.



***


24 Ocak günü, 19 yıl önce öldürülen Uğur Mumcu bütün Türkiye’de, yurtdışındaki bazı toplantılarda ve yazılan yazılarda anıldı.

Özellikle Cumhuriyet’teki yazar arkadaşları Mumcu’yu anlattılar, onun üstün niteliklerini, öncü rolünü, yaptığı işleri, kişiliğini çok iyi vurguladılar.

Gazete yönetimi çok iyi bir iş yaparak, Işık Kansu’nun Uğur’un hiç yayımlanmamış konuşmalarından hazırladığı bir yazı dizisini devreye soktu.



***


Yazılan yazılar, yapılan değerlendirmeler Uğur Mumcu’nun şu özelliklerini öne çıkarıyordu:


1) İyi bir insandı.

2) Özgür ve bağımsızdı.

3) Tam bir aydındı, toplumsal sorumluluklarının bilincinde, gördüğü ve inandığı doğruları ne pahasına olursa olsun söylemekten çekinmeyen bir aydın.

4) Dürüsttü, rüşvet yemez, belki yanlış yapar ama yalan söylemezdi.

5) Cesurdu, kimseden, hiçbir şeyden korkmazdı.

6) Çalışkandı.

7) İyi bir yazardı, kalemi kuvvetliydi, günlük makaleleri kadar kitapları da ilgi çekerdi; “Sakıncalı Piyade” adlı kitabı sadece bir belge olarak değil, harika bir mizah yapıtı olarak da önemliydi.

8) Araştırmacı gazeteciydi; karanlık olayların, sorunların üzerine gider, bilgi, belge toplar ve sonra bunları belli bir sistematikle çözümleyerek, açık seçik bir biçimde okurların bilgisine sunardı.

9) Bir polemik ustasıydı; hiçbir saldırının, suçlamanın altında kalmazdı.

10) Bir hukuk insanıydı, evrensel hukuk ve adalet ilkelerinin ülkemizde de geçerli kılınması için savaşım verirdi.

11) Mazlumlardan, ezilenlerden, haksızlığa uğrayanlardan, emekten ve emekçilerden, muhaliflerden yanaydı; onların haklarını savunurdu.

12) Atatürkçüydü.

13) Anti-emperyalistti.

14) Sosyalistti.

15) Demokrattı.




***


Yukarıda sıraladığım 15 özelliğe başkaları da eklenebilir ya da bunların bazıları aynı grupta toplanarak liste azaltılabilir…

Benim listem de nesnellik çabasıyla yapıldı ama sonuç itibarıyla elbette öznel.

Uğur’la yakın arkadaşlığımız vardı; iş dışında da ailece görüşürdük…

Ağabeyi Ceyhan’la sınıf arkadaşıydık, Bahçelievler grubundaki dostlarıyla yakındık, zarif ve asil eşi Güldal Mumcu’ya büyük saygı duyardık, çocuklarını severdik.

Bu nedenle listeyi oluştururken, sadece toplumsal kimliğine değil, kendi belleğimdeki “dost ve arkadaş Uğur” imajına da başvurdum.

Aslında yukarıda sıraladığım özelliklerin hepsi tek tek önemlidir…

Ama hepsinin birlikte olması, Uğur Mumcu’yu sadece gazeteciler, yazarlar, politikacılar için değil, tüm Türkiye ve insanlık için bir “Rol Modeli” yapmaktadır…

Gençlere ışık tutan, toplumsal liderliği vurgulayan, “iyi insan, iyi vatandaş” olmanın gereklerini sergileyen, demokrasiyi, adaleti, insan haklarını geliştiren, çalışkan, dürüst, cesur ve namuslu bir “Rol Modeli”!

Sahtekârlığın, üçkâğıtçılığın, avantadan para kazanmanın, jurnalciliğin, insan hakları ihlallerinin, dönekliğin, iktidar dalkavukluğunun prim yaptığı…

Namus, haysiyet, dürüstlük, cesaret, adalet, vefa, bilim, araştırma, çalışkanlık gibi değer ve kavramların artık geçerli değilmiş gibi göründüğü toplumumuzda…

Özellikle gençler, gazeteciler, yazarlar, politikacılar, ama esas olarak herkes için bir “Rol Modeli”!..


.

Emre Kongar

[ 26 Ocak 2012 ]

[ Cumhuriyet Gazetesi / Aydınlanma Köşesi ]

kongar . org


.
 
Son düzenleme:
.

Uğur Mumcu Belgeseli 2019 - um:ag ( Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik ) Vakfı






&



Uğur Mumcu - Bir Yudum İnsan

Nebil Özgentürk tarafından hazırlanan Demokrasi şehidi Uğur Mumcu'yu anlatan Belgesel...





.
 
.

' Uğur Mumcu'yu Anlatıyorlar ' adlı bir yazı dizisi buldum. Onu paylaşmak istiyorum.

Mumcu'yu yakinen tanıyan 7 kişiyle bu senenin başlarında röportajlar yapılmış.

Benim gibi Uğur Mumcu'yu daha iyi tanımak isteyenlerin ilgiyle okuyacağını düşünüyorum.



--------------------------------------------------------------------------------------------------------

Gelmiş Geçmiş En Büyük Gazeteci

Yazarımız Mustafa Balbay, Uğur Mumcu'nun katledilişinin 27. yıldönümü için hazırladığı yazı dizisinin ilk bölümünde; çocukluk arkadaşı ve meslektaşı Emin Çölaşan ve sanatçı Selda Bağcan ile 'gelmiş geçmiş en büyük gazeteci'yi konuştu...

Mustafa Balbay

24 Ocak 2020 Cuma, 07:00


Emin Çölaşan’la Sözcü gazetesindeki odasında, masada Uğur Mumcu ile birlikte çekilmiş fotoğraflar arasında konuştuk...

- Uğur Mumcu’yla Bahçelievler’de aynı mahallenin çocuklarısınız... Çocukluktan başlayalım...

O zaman Bahçelievler, iki katlı, tek katlı evlerin olduğu, tenha sessiz, insanların bisikletle gezdiği, hemen hemen herkesin birbirini tanıdığı bir yer... Biz de Uğur, onun Deneme Lisesi’nden ekibi, özellikle hafta sonu Pazar durağında toplanırdık. Gırgır şamata, ciddi konular her şeyi konuşurduk... Arkadaşların bazıları İnönü’yü severdi, bazıları Menderes’i severdi. Ama Uğur hep öndeydi. Onu gayet iyi biliyorum. O hep İnönücü'ydü. Sürekli İnönü’yü savunurdu.

- Savunma derken nasıldı? Düşündüğünü kabul ettirmek mi, tartışmak mı?

Düşündüğünü kabul ettirme çabası öndeydi. Ne düşünürse sağlam temellere dayardı. Daha o yaşta farklı bir duruşu vardı. Düşündüğünü rastgele bir fikir olarak ortaya atmazdı. Bir de anlatım şekli vardı ki Allah vergisi. Etkilerdi karşısındakini...

- Hukuk Fakültesi’ndeki münazaralar Uğur Mumcu’yu daha da ustalaştırmış görünüyor değil mi?

Uğur bir kere ağzı çok iyi laf yapan bir insandı. İkincisi mizah yapardı. Müthiş espri gücü vardı. Lafı her fırsatta gediğine koyardı. Uğur yavaş yavaş televizyona çıkıp karşısına getirilen adamları gagalamaya başladı. Zamanla bilincini hızla yükseltti. Daha yolun başında tam bir önderdi. Söz söyleme, yazı yazma ustasıydı...

- Mizah gücünden söz ettiniz. Aklınızda kalan espriler var mı?

Çok vardı ama, aklımda değil. Çok gülerdik... Mizahı çok kaliteli yapardı. Lafı gediğine oturturdu. Televizyon programlarında, yazılarında kullanırdı. Çok da rağbet görürdü. Sonra Uğur kavramlar getirirdi. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak gibi...

- Liboş da var...

Evet, benim bildiğim ilk Uğur kullandı o lafı.



232750409-rehtjng.jpg





- Gerçeği yazma konusunda hiç sansürü yoktu. Tanıdığı ya da meslektaşı bile olsa. Bu konuda sizin söyleyecekleriniz neler?

Uğur meslektaşlarına iyi geçirirdi. Yanlış gördüğünü affetmezdi. Mehmet Ali Birand, Mehmet Barlas hakkında Uğur da ben de açıkça yazdık...

- 1990’lı yıllardaki aydın kıyımı 31 Ocak 1990’da Prof. Muammer Aksoy’la başladı. Uğur Mumcu, Prof. Aksoy’u çok severdi. Cenazesinde fotoğrafını o taşıdı. Siz de Prof. Aksoy’la son görüşmeyi yapan kişisiniz... Acı bir bileşke...

O katledilen aydınların hiçbirinin faili bulunmadı.

- Sadece birkaç tetikçi yakalandı...

Ben onların bile tetikçi olduğundan emin değilim. Uğur’un katilleri bulunamadı... Uğur’u, Muammer Aksoy’u, Çetin Emeç’i niye öldürdüler? Faili meçhul bir durum... Bu kıyımlar bir sürü dengeleri altüst etti.

- Prof. Aksoy’la son görüşmenizi anlatır mısınız?

Bir gün telefon açtı. Emin Bey “Anlatmak istediklerim var” dedi. Gazeteye geldiler. Hoca Atatürkçü Düşünce Derneği’ni nasıl, hangi koşullarda kurduklarını anlattı. O gün 31 Ocak’ta öğle saatlerinde görüşmemiz bitti. Akşam haber geldi...

- Aksoy’un o gün anlattıklarını kısaca özetler misiniz? 1990’lı yıllarda öldürülen aydınların tümünün ortak özellikleri vardı...

Atatürkçü, laik, Cumhuriyetten yana, hepsi aynı çizginin insanları... Şimdi öldürülen aydınlar dedin, kimler geçti gözümün önünden; Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Bedrettin Cömert,Cavit Orhan Tütengil, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu, Ahmet Taner Kışlalı... İnsan sayarken hüzünleniyor. Bu insanların her biri koca bir kütüphane...

- Bugünkü çoraklaşmada o kıyımların payı var...

Böyle bir hedef de olabilir. Ama her şey örtülü kaldı.

- Bugün böyle bir gazetecilik ortamı var mı, kaldı mı?

Çok kötü görüyorum. O gün daha ciddi yapılan bir gazetecilik görüyordum. Açıkça itiraf etmek gerekirse bizim yazdıklarımızın da bir ağırlığı vardı. Şimdi o büyük ölçüde bilinçli olarak yok edildi. İktidar medyası şişirildi, pohpohlandı. Medya piyasası onların egemenliğine girdi.

- Vurguladığınız gibi gazetecilerin ağırlığı hükümetlerin kurulmasını etkileyecek kadar vardı. Sizin de Mumcu ile bu yönde bir anınız var...

1991 yılı, ANAP’ın iktidardan gitme olasılığı belirmiş... DYP ile SHP 450 milletvekilinden 266’sını kazanmış. Koalisyon yaparlarsa Türkiye’de bir normalleşme olacak. Zaten ANAP da tek başına hükümet kurma gücünü yitirmiş... Uğur’la durumu değerlendirdik... DYP’nin başında Demirel, SHP’nin başında Erdal İnönü var. Dedik ki, “Biz bu düşman kardeşlerin bir araya gelmesini sağlayalım...” DYP’nin ikinci adamı Hüsamettin Cindoruk benim halamın oğlu. SHP’nin ikinci adamı Hikmet Çetin de ağabeyimiz. Önce ayrı ayrı zemin yokladık. Birbirlerine karşı hava nasıl diye. Baktık ki olumlu bir hava var. Cindoruk’la Çetin’i bizim evde buluşturmaya karar verdik. Onlar eşleriyle biz eşler hep beraber buluştuk. Uğur’la ikimiz Cindoruk’la Çetin’i bir köşeye çektik. Birkaç saat süren bir seans oldu. Sonuç olumluydu. Bizim evden öyle ayrıldılar. Ertesi gün liderleriyle konuştular. Onlardan da olumlu yanıt gelince, o tarihi koalisyon kurulmuş oldu.


- Güven en büyük sermaye... Demek ki size ve Uğur Mumcu’ya büyük bir güven vardı.

Bizler ne olursa olsun çizgisini bozmayan insanlarız. Uğur yaşasa aynen devam ederdi. Uğur bir de hem güvenilen hem korkulan adamdı. Yazınca ses getirirdi... Bugün birinin nasırına basarsan yalanlayıp geçiyorlar...

- Bir konuyu kaleme aldığında tüm medyayı peşinden sürüklüyordu. Ele aldığı konu birden tüm medyanın konusu oluyordu, değil mi?

Aynen öyle tüm medyayı sürükledi. Uğur, Türkiye’de gelmiş geçmiş en büyük gazetecidir. Hâlâ öyledir.

- Bugün Uğur Mumcu nasıl gazetecilik yapardı?

Aynı çizgide olurdu. Asla asla sapmazdı. Biz nasıl sapmadıysak Uğur da sapmadı. Temeli Atatürkçülük, laiklik, artı hırsızlığa, yolsuzluğa karşı çıkmak...

- Aradan uzun yıllar geçtiği için Uğur Mumcu’nun kimi haber kaynakları daha açık konuşuyorlar. Çok güçlü haber kaynakları olduğunu görüyoruz.

Haber kaynakları çok sağlamdı. Bir de o dönem bize ahaliden de gelirdi. Ahali bu kadar sessiz ve ürkek, korkak değildi. Şimdi doğruları konuşmak cesaret ister oldu. Medya çöktü, insanlar sessizliğe büründü.

- Uğur Mumcu’nun ve yol arkadaşlığı yaptığı yazarların ortak özelliklerinden biri de devletin eksiklerini affetmeme, yanlışları yazma ama devleti korumak gerektiğine de inanma...

Gazeteci kimliğinle devlete sahip çıkmaya çalışıyorsun. Ama gazeteci kimliğinle devlette birileri soygun vurgun yaparsa, tarikatçılığa yönelirse ona da karşı çıkıyorsun.


232651738-rhgfb.jpg




BİLGİSAYARI İLK KEZ O KULLANDI

- Mumcu’nun teknoloji tutkusu yüksekti...

Benim bildiğim bilgisayar kullanan ilk gazeteci. Teknolojiyle arası tahmin ediyorum iyiydi. Benim hiç iyi olmadığı için tahmin ediyorum, dedim... İşte fotoğraf (birlikte fotoğraflarını göstererek) 80’li yıllar, bilgisayar var...

BİLGİLİ, YÜREKLİ, CESUR...

- Öldürülmeden iki hafta önce 5 arkadaş birlikte yemek yiyorsunuz...

Uğur’la son görüşmemiz RV’de yediğimiz o yemek oldu... Bekir Coşkun, Melih Aşık, Teoman Erel, Uğur Mumcu ve ben... Muammer Aksoy öldürülmüş, Bahriye Üçok öldürülmüş... Meslek açısından birbirimize destek olmaya karar verdik. Hiç unutmuyorum, Uğur’un belinden tabanca vardı. Sürekli tehdit altındaydı. “Ulan Uğur” dedim, “Bir saldırı olsa sen bu tabancayı nasıl çekip de ateş edeceksin. O zamana kadar herifler 100 kilometre kaçmış olur.” Gülüştük. İkimiz de alay ederdik tabancayla. Uğur kovboy gibi olduk derdi. Bizler tabanca çekecek insanlar mıyız? O gün beni eve Uğur bıraktı. O bombalanan arabasıyla... Meğer Uğur’la son görüşmemizmiş. Sesini son duyuşum da ölümünden iki gün önceydi. Saygı Öztürk’te İsmet Paşa’nın 1935’te hazırlattığı Kürt Raporu vardı. Onun bir kopyasını istememi rica etti. Saygı’yla konuştum. Raporu aldım. O gün aramızda şu diyalog geçti Uğur’la:

| Gasteci kardeşim, benden sen mi aldırırsın yoksa ben mi göndereyim?

| Ben aldırırım gasteci kardeşim... Şimdi sana gazeteden araç gönderiyorum. Çok sağol.

İşte bu telefon görüşmesi de sesinin sesini son duyuşum oldu.

- O günü anlatır mısınız?

Patlamadan yarım saat sonra oradaydım. Acı bir tabloydu. Uğur, metrelerce öteye savrulmuş. O halde görünce şok oldum. Daha anlattırma.

- Uğur Mumcu’nun özelliklerini sıralayın deseler...

Bilgili, yürekli, cesur... Mustafa Kemal’in askeri... O zaman öyle deyim yoktu, bugün sorarsan Mustafa Kemal’in askeri derim ben...

- Düşmanları bile saygı duyuyordu...

Onu yaşadık, yaşıyoruz... Adam geliyor, “Sizin gibi düşünmüyorum ama, saygı duyuyorum” diyor. Uğur da öyle... Hayatında hiç üçkâğıdı olmayan bir adam... Yolsuzluk, hırsızlık, döneklik yapmadı. Ama şunu da söylemeden geçmeyelim, Uğur mizahı, gırgırı şamatası yanında ilkelerinden ödün vermeyen sert adamdı.

- Siyasilerle de diyaloğu iyiydi...

Herkesle iyiydi. Hiç çıkar peşinde koşmadı. Dönek olmadı. Yalakalık, çıkarcılık kitabında yoktu.


.


Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi
 
.

‘UĞUR’LAR OLSUN’ 10 DAKİKADA DÖKÜLDÜ İÇİMDEN


Selda Bağcan’la Ankara’da vereceği bir konser öncesinde görüştük. Salon akın akın dolarken arada kendisine bilgi veriyorlardı. Yanındakiler “Her yerde böyle” diyordu... Halkın gücünü hissediyordu... Gençlerin çokluğundan ayrıca mutluydu, umutluydu. Yeni kuşakları yakalamış olmanın heyecanı hissediliyordu. “Çoğu bu türküler yakıldığında doğmamıştı” diyor gülümseyerek...


- Uğur Mumcu’nun katledilmesinin ardından bestelediğiniz, yaktığınız “Uğur’lar Olsun” türküsü bir ölümsüzlük destanı gibi. Sizinle bestenin öyküsünü konuşmak istiyoruz ama öncelikle Uğur Mumcu sizin için ne ifade ediyor?

Yılmamak... Mücadeleye inanmak... Halka inanmak... Mustafa Kemal’e inanmak... Geri dönmemek... Dirayetli olmak... Uğur Mumcu gençliğimin yazarı... Bir dizi kitabı var bende. Anlattıklarının hepsi doğru çıktı. Zaman onu doğruladı. Rabıta’da anlattıkları... Tabii Uğur Mumcu’nun bunları yazdığı yılları biz de yaşadık. 1980’li yıllarda Köln’deydim. 12 Eylül’den altı ay önce Türkiye’ye geldim. Türkiye’deyken, yurda dön çağrısı aldım.

- Nasılsa kaçmıştır mı dediler?

O sırada basında röportajlarım çıktı. Gazetecilere sorsalar beni bulurlardı... Gözdağı vermekti amaç... Uğur Mumcu ile tanışmamı anlatayım... 1980’le 1987 arası pasaportuma el kondu. 1986’da dünya müzikleri ve dans diye çok önemli bir festivale davet aldım. Pasaportum olmadığı için gidemedim. Bu, İngiltere’yi çok karıştırdı. Peter Gabriel’in de desteklediği bir festival... “Gelemiyor ama bir parçasına festival plağında yer verelim” dediler. Verdiler de. Nâzım Hikmet’in Türk Köylüsü şiiri... Selda Bağcan’ın dünyadaki ayak sesleri duyulmaya başladı... 1987’de beni yine çağırdılar. Belki inat! Bundan Mustafa Ekmekçi’nin haberi olmuş. “Ben senin pasaportu hallederim, izin veriyor musun?” dedi. Sorulur mu? Halletti... Yıllar sonra öğrendim ki Adnan Kahveci’ye yaptırmış... Teşekkür etmek için Cumhuriyet’e gittim. İşte orada Uğur Mumcu ile tanıştım. Sonraki yıl Mustafa Ekmekçi’yi de götürdüm... Orada sohbetimiz oldu.


Yazılarında buluşuyorduk


- Neler konuştunuz?


Hapislik... Baskılar... 12 Eylül düzeni... Ben de birkaç ay hapis yatmıştım. “Siz ucuz atlatmışsınız” dedi. O daha uzun yatmış tabii... Yüz yüze görüşmemiz bu kadardı ama her gün yazılarında, kitaplarında buluşuyorduk.

- Uğurlar Olsun’un öyküsünü anlatır mısınız?

Ölüm haberini aldık, yandık... Hepimiz çok üzüldük. Aradan zaman geçti. Bir gün gazeteci arkadaş Ali Çınar bir şiir yazmış bana gönderdi. Şarkı sözü yazmış. Faksla geldi... Çok beğendim. Bir plak şirketim var Unkapanı’nda. Aradan bir zaman geçti, tesadüfen tekrar elime geldi şiir. Hemen yanımda bağlamam vardı. Aldım elime, 10 dakikada bestesi çıktı. Bazen öyle oluyor. Ofiste hiç beste yapmamıştım. Melodi döküldü. Çalıp söyledim... Aman Allah’ım çevremizdeki insanlar bir beğendi, bir beğendi... Hemen stüdyoya girdik. Arif Sağ bağlamayı çaldı. Çetin Akdeniz, beni de soktular... Arif Sağ’ın stüdyosu vardı. Arif Sağ oradan çıktı Sivas’a gitti. Bereket o kurtuldu, o yangından... Demek ki 1993 yılı 1 Temmuz’da ya da 30 Haziran’da falan stüdyoya girmişiz... (Başını kaygıyla iki yana sallıyor) Ah o yangında, 2 Temmuz’da yananlar... Hepsi arkadaşımız, Muhlis Akarsu ile turnelere gittik birlikte... Nasıl iyi ruhlu, nasıl cömert... Hasret Gültekin desen, bizim ofisimizden çıkmayan bir adam...

- Eser 10 dakikada çıktı, yayımlamak?

Bizim bunu yayımlamamız aralık ayını buldu. Önce 20 bin kadar bastık. Çevremde bazıları diyor ki 5 bin basın yeter, satılmaz, anı olsun, sorumluluğu yerine getirmek olsun... Biz 20 bin olsun dedik... Bir de bir ölüm var, onu kullanıyor derler gibi olacak diye düşündük, böyle anlaşılmasından çok çekindik... Mümkün olduğu kadar yatıştırdım... Bir programda bir kere söyledim, aman Allah’ım, o programa ne telefonlar gelmiş. Birkaç gün sonra da Hürriyet gazetesinde bir yazı çıktı. “Uğur’lar Olsun yok satıyor” diye. Biz 20 bin dağıttık, raflarda duruyordur, dedik...

Hiç reklamı olmadan... Siparişler gelmeye başladı... Böyle bir eser için yüksek... İkinci yıl Güldal Hanım’ın da katıldığı bir anmaya çağırdılar. Güldal Hanım’a “Bu değişik bir şey oldu” dedik. Dedi ki “İnsanlar ölür ağıtlar yakılır...” “Ben memnun değilim bu durumdan” dedim. Ünlü bir şey oldu... Yıllar geçti, 25. anma toplantısında, benim şarkı söylemem istendi... Üstüme kar yağıyordu...


İlla hapisliği gösterdiler


- 10 dakikada beste daha önce oldu mu?


Bir kere oldu. Halil Ergün bir şey getirdi, “Oğul” diye. Ahmet Erhan’ın şiiri. Onu da ofiste yaptım. Halil, yetmez ama evetçi olduğu için şimdi kara listemde... Sözleri çok etkiledi beni; “Anne ben geldim, üstüm başım uzak yolların tozlarıyla perişan...” Ofiste beste yapılmaz aslında... Neyse... Bir kere de Attilâ İlhan’ın An Gelir şiirini hapishanede besteledim.

- Besteleriniz, duyarlılıklarınız... Halka anlatma duygunuz ortak Uğur Mumcu’yla...

Ortak... Bu ülkede solcu olarak, bakın siz de dahil herkesin başına geldi, illa bir hapis yatıracaklar... İlla hapisliği gösterdiler.

- Buraya gelirken konserinizi izlemek üzere gelenleri gördüm, çok uzun bir kuyruktu... Acılar yaşandı, yaşanıyor ama halkın gönlünde olmak asıl olan...

Bir de baskılar insanı büyütüyor... Dünyada efsane 81 şarkıcıdan biri oldum. Bir de Rolling Stone dergisi var, o da 100 yılın 100 divası listesine koydu...

- Uğur’lar Olsun’u söylerken halktan neler alıyorsun?

Ayakta alkışlanıyor. Nasıl söyleniyor, birlikte söyleniyor... Mesela Antalya’da, İzmir’de on dakika susmadı alkışlar...

- Türkünün söylendiği süreden daha uzun alkış...

Aynen öyle oluyor...

- Söylerken ne hissediyorsunuz?

Her söyleyişte keşke ölmeseydi, biz de bu türküleri söylemeseydik. Bu hep oluyor içimde... Bir de nereye çekseniz ticari oluyor diye düşünüyorum...

- Sizin hiçbir şeyiniz ticari kokmaz, yürekten söylüyorum...

Evet, onun için yapmadığımı bilirler. Yine de beni üzüyor. Hrant Dink için de bir şey yaptım. Şehrazat yaptı söz müziği... Güvercinleri de vururlar... Hrant’ın o delik ayakkabıları beni darmaduman etti. Delik ayakkabı ya... İstese diyasporaya katılır, milyonlarla oynar... Nasıl içler acısı...

- Bu toprakların insanıydı...

Türkiye’yi seviyordu...


.


Selda Bağcan - Uğur'lar Olsun (Mumcu'ya Ağıt)



uğur.jpg







&


MUMCU KÜTÜPHANESİNDEN SAYFALAR...

24 Ocak 1993’te aracına konan bomba ile alçakça katledilen Uğur Mumcu, 23 kitap, 10 bini aşkın köşe yazısı, söyleşi, haber miras bıraktı. Ölümsüz gazeteci Mumcu, böylesine disiplinli çalışkanlığının yanında pek çok “dostluk, arkadaşlık” üretti. Onlar, Uğur Mumcu’yu hâlâ unutamıyor, anılarını o hâlâ yaşıyormuş gibi anlatıyor. Bu yazı dizisinde Uğur Mumcu kütüphanesinden bazı sayfalar sunacağız.

.


Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi
 
.

' Uğur Mumcu bir Cumhuriyet ordusudur '


Yazarımız Mustafa Balbay, Uğur Mumcu'nun katledilişinin 27. yıldönümü için hazırladığı yazı dizisinin ikinci bölümünde; yakın arkadaşı Ali Sirmen ve Sakıncalı Piyade’yi sahneye koyan sanatçı Rutkay Azİz ile 'gelmiş geçmiş en büyük gazeteci'yi konuştu...


Mustafa Balbay

25 Ocak 2020 Cumartesi, 07:30


kapak_030923_ugur-mumcu-bir-cumhuriyet-ordusudur..jpg




Ali Sirmen’le İstanbul Cihangir’de, Uğur Mumcu’nun da İstanbul gelişlerinde çok sık kaldığı evinde söyleştik...


- Uğur Mumcu’nun en yakın arkadaşlarının başında geliyorsunuz.Onun toplumsal doğumu Hukuk Fakültesi’ndeki münazaralar sanki. Yaşamını yazmaya oradan başlamalı...

İsabet olur... Daha liseden başlıyor siyasetle ilgilenmeye ama fakülte münazaralarında müthiş.

- Siz de bir münazarada tanıştınız...

1964’tü... Uğur müthiş bir konuşmacı, müthiş bir yazardı... Bir de mizah yazarı Uğur Mumcu var... Aziz Nesin’in, Sakıncalı Piyade’nin önsözünde yazdığı gibi gerçeğin dokusu kurguyu da aşmış mizahta... Hiçbiri kurgu değildir, yaşanmış olanlardır. Yaşanmıştaki mizahı bulup çıkarmak meseledir, bunu da başarmıştır. En kötü anda bile gülerek, mizahı yakalayarak kendini ortaya koymuştur.

- Bunların yanında gerçekçiliği, araştırmacılığı var...

Herkes Uğur Mumcu’da, onun araştırmacılığında bir polis hafiyesi arar... Oysa kendisi de söylemiştir, açık istihbarattır en büyük kaynağı... Gizli belgelerden çok, herkese açık olan istihbarattan yakalayıp, ortaya koymuştur. Bir de bütün bunları toplumun ve dünyanın içinde bulunduğu konjonktüre oturtması önemlidir.

- Bunlarla uğraşan, her türlü olumsuzluğun üstüne giden bir kişinin tertemiz olması gerekir...

Ben Uğur’a arada şöyle takılırdım: “Allah’tan içki içmiyorsun... Bir akşam içsen... Yanlış bir iş yapsan, rüşvet alsan, ertesi gün yazarsın, Adı Uğur soyadı Mumcu, mesleği gazeteci deyip, onu da yazarsın...” Fakat hiçbir şeyi sakınmadan yazarken yine de bazı kurallara dikkat ederdi. Olayı kişiselleştirmezdi. Uğur hiç belden aşağı vurmadı. Özel hayata saygı gösterdi.

- Ama kendisinin bütün yaşamı gözaltındaydı adeta değil mi?

Telefonlarını dinliyorlardı. Ne yaptığını, kimlerle görüştüğünü kayda alıyorlardı. O yüzden telefon ederken, bu telefonu dinleyenler diye sunturlu küfür ediyordu. Bir gün onlardan biri Uğur’a gelmiş, “Yapmayın arkadaşlar çok kötü oluyor” demiş. Uğur da “Dinlemeyin o zaman” demiş. O da “Nasıl dinlemeyelim, Uğur Bey çok ilginç bilgiler, değerli haberler geliyor” karşılığını vermiş...

- Dinleyen belli tabii...


MİT... Uğur Mumcu’ya gelen haberleri dinliyordu...


- Bunları namlunun hedefinde olduğunuzu bilerek yapıyorsunuz...

Uğur Mumcu öldürüleceğini biliyordu. Sıklıkla şunu söylüyordu; yarın, öbür gün beni öldürürler, çoluk çocuk perişan olur. Yanılmadı ve yanıldı... Uğur Mumcu’yu öldürdüler... Kitaplarının satışıyla, eşinin dirayetiyle üretmeye devam etti...

- Onu nasıl tarif edersiniz?

Kemalistti, kuvvacıydı, emekten yanaydı, sosyalistti, antiemperyalistti. Bütün bunlar bir arada olur mu sorusuna cevabı kendi kişiliğiydi... Cumhuriyet’te onu hem Ankara temsilcisi hem Genel Yayın Yönetmeni yapmak istedi Nadir Bey. Ama Uğur bunu kabul etmedi. O hep gerçeğin peşindeydi... Haber için çok çalışırdı. Ama haber için taviz verenlere çok kızardı... Zaten Uğur Mumcu’luk olay diye bir deyim olmuştu...

- Katledilmesini nasıl okuyorsunuz?

Uğur Mumcu’nun o kadar yaşamış olması şaşırtıcıdır. Terörün onu hedef olarak seçmesi şaşırtıcı değildir. Kim yarar sağladı diye bakılsa herkesin dahli olması mümkün, CIA’dan Mossad’a, İslamcı akımlar, mafya da yapmış olabilir. Hepsinin tekerine çomak sokmuştur...

- Korunabilir miydi?

Devlet ona koruma vermedi. Mazeret de “koruma istemedi” şeklinde oldu. Devletin Uğur gibi çok değerli vatandaşını kurtarmak için talebe mi ihtiyaç var. Korumaya teşebbüs etmediler.

- Önceki yıllarda verilen korumalarla ilgili ilginç durumlar oldu...

Önceki evinde apartmanın iki giriş kapısı var. Uğur’da silah var. O dönem koruma da vermişler, bir bekçi. Bir gün arka kapıdan girmiş. Çekmiş silahı, bekçiyi derdest etmiş. “Eller yukarı” demiş. “Sen burada ne yapıyorsun” diye sormuş. O da “Uğur Mumcu’yu koruyorum” demiş. “Kim Uğur Mumcu tanıyor musun, tanımıyorum”. Devletin koruması da bu...

- Cumhuriyetçiliğine gelirsek...

O bir Cumhuriyet ordusudur. Cumhuriyet kendisini savunacak kadroları da yetiştirmeyi becermiştir. Cumhuriyet kendisini çökertmek isteyenlerin doğmasını engelleyememiştir. Ama kendini savunacak güçleri de yetiştirmeyi becermiştir. Uğur Mumcu bunların en parlaklarından biridir.

- Mücadele hocalarının başında Prof. Muammer Aksoy geliyordu...

Aksoy’a müthiş bir bağımlılığı vardı... Bir Aksoy hikâyesi var. Halit Çelenk’in evindeyiz. Birinden söz ediyoruz. Uğur, “İyidir ama biraz delidir” dedi. Muzip güldü. Bir şey patlatacağı belliydi. Aksoy’a deli Muammer derlerdi. Aksoy, “Uğur’cum bütün doğru dürüst adamlar biraz delidir” dedi. Onlar kuvvacıydılar... Kuvvacılar devleti yoktan var ettiler. Devleti devlete rağmen ayakta tuttular.

- Bunu açar mısınız?

Devleti devlete rağmen ayakta tutmak, devleti vatandaşı için, insan için, birey için savunmak...

- Biraz önce Cumhuriyet kendini savunacakları da yetiştirdi, dediniz. Bugün nasıl Cumhuriyet?

Eğer Cumhuriyet kendisini koruyacak olanları yetiştirmemiş olsaydı şimdiye çoktan yok olup gitmişti. AKP, 17 yıldır iktidarda... 17 yıldır direnen, Cumhuriyeti savunan bir taban var. Bu da Cumhuriyetin kendisini savunacak kadroları yetiştirdiğini gösteriyor. Cumhuriyetin sorunu miktarı kâfi sorunudur. Yemek yaparken ne kadar tuz biber koyalım, miktarı kâfi derler. Cumhuriyet yetiştirmiştir, fakat miktarı kâfi gelmemiştir. Gelseydi bunları yaşamazdık. Başka bir şey daha var. Bugün Cumhuriyetin değerleri tartışılıyor. Özellikle laiklik olmak üzere. Uğur Mumcu bunların ayırdında olan bir kişiydi. Ve Cumhuriyeti savunacak donanıma sahipti.


BAŞKA TÜRLÜ BİRİ OLAMAZDI


- Arkadaş Uğur Mumcu’ya geçersek...

Uğur insani yanları çok gelişmiş biriydi. Biri hapse düşse, hastaneye düşse, işinden olsa, bir devrimci demokrat öldürülse... İnsan olarak da onun yanındaydı... Hapisten çıktım karşımda karım ve Uğur vardı... Uğur Mumcu, hapse düşenin yanında dururdu. Yazılarıyla destek olmakla yetinmezdi. Fizik olarak da yanında dururdu. O başka türlüsü olamayacağı için Uğur Mumcu olmuştu. Verdiği mücadelenin bedelini ödeyeceğini bildiği halde başka türlü yapamayacağı için bildiği yolda yürümüştür.

Hayatı bütün olarak ele alırdı. Eğlenceli bir adamdı. Uğur’la çok güldük... Zaman zaman konuşurken roman kahramanlarını andırırdı...Mücadeleyi mizahla yaşardı. Bir gün Kenterler Tiyatrosuna Sakıncalı Piyade’yi izlemeye gittik. Ankara Sanat Tiyatrosu sahneye koyuyor, Rutkay Aziz... Uğur Mumcu’yu Rana Cabbar oynuyor. Rana Cabbar anlatmaya başladı, Uğur yanımda mı sahnede mi şaşırdım. Sakıncalı Piyade’de her şeyi mizahla anlatır... Yürekler acısı olayları büyük bir mizah içinde, ihaneti, korkaklıkları, yolsuzlukları güldürerek verirdi... Uğur çok ciddi bir resmi yazıdan bile mizah çıkarır...


KAPI GİBİ SÖZLÜ ANLAŞMASI VARDI


- Uğur Mumcu’nun Cumhuriyet gazetesinin çizgisini korumak için verdiği amansız mücadeleden söz eder misiniz?

Cumhuriyet’le Mumcu’nun yaşamlarının kesişmesi kaçınılmazdı. Her ikisi de aydınlanmacı, laik, bağımsızlıkçı, Cumhuriyet devriminin ürünü ve savunucusuydular. Bu durumda Uğur Mumcu’nun Cumhuriyet’i geliştirmek için elinden geleni yapmasından daha doğal bir şey olamaz.

- Onun birikiminden siyaset, devlet yararlanabildi mi?

Değil devletin yararlanması, onun birikimlerinden Cumhuriyet bile yeterince yararlanmadı. O yazıları, o haberleri Uğur Mumcu’nun köşesine saklayacak yerde manşete çekilmesini öneriyordum, haber olmasını öneriyordum... Bunlardan Cumhuriyet bile yeterince yararlanmadı...

- Hasan Cemal’e gönderme yapıyorsunuz...

Hasan Cemal gazetede iyi işler de yaptı. Ama Hasan Cemal, yetmez ama evetçilerin ağababalarından oldu. Ve zaten Cengiz Çandar, Şahin Alpay yakın adamlarıydı...

- Fikir gazeteleri için çizgi ne kadar önemli...

O çizgi Cumhuriyet çizgisi değildi... Nadir Bey Cumhuriyet’e girerken nasıl gazetecilik yapması gerektiğine dair bir şey söylemedi. Çünkü aralarında bir mukavele vardı. Uğur Mumcu daha önce Cumhuriyet’in ikinci sayfasına yazılar yazardı. Yarışmasına katılmıştı. Ödül aldı. Aralarında kapı gibi bir anlaşma vardı. Bu yazılı olmayan zımni bir anlaşmaydı. Uğur’un yukarıda saydığım özellikler konusunda zaten anlaşma vardı.

- O anlaşmanın birinci maddesi?

Cumhuriyetti, laiklikti, aydınlanmaydı, bağımsızlıktı, kuvvacılıktı... Cumhuriyet’in çizgisi buydu. Ama içeride değişik düşünceler savunulurdu... Özgürlük demek herkesin her yerde her istediğini ulu orta savunması demek değildir. İşveren derneği başkanına grev gözcülüğü yap demek demokrasi değildir. Demokrasi her fikrin özgürce savunulacak imkânı bulması, her anlamda hukuki ve ekonomik olarak bulması demektir. Ben liberal partiye gitsem, bana yer verin sosyalizmi savunacağım desem gülerler. Düşüncelerinizde özgürsünüz ama yanlış yere geldiniz, iki sokak ötede bir parti var, oraya gitseniz daha iyi olur diye sosyalist partinin adresini verirler. Demokrasi budur.


HERKESİ SAVUNUYORDU


- Cumhuriyet’in bugünkü durumu, Türkiye mücadelesindeki yeri için neler söylemek istersiniz?

Ünlü şair, Cumhuriyet yazarlarından Melih Cevdet Anday, “Nadir Bey önemli adam. Türkiye’de bazı şeylere olmuyorsa, o ve onun gibiler olduğu için” derdi. Bugün Türkiye’de bazı şeylerin olmaması, Cumhuriyet’in olması dolayısıyladır. Cumhuriyet olmasa, onlar daha rahat olabilir... Uğur Mumcu ile Cumhuriyet’in ittifakı tabii bir ittifaktı. Aynı şeyleri savunuyorlardı. Her ikisi de hem Cumhuriyet hem Uğur Mumcu aynı zamanda karşıtlarının haklarını da savunuyordu. Laikliği savunmak bütün kesimlerin inanç özgürlüğünü savunmaktır. Demokrasiyi savunmak herkesin söz ve örgütlenme özgürlüğünü savunmaktır. Uğur Mumcu, Cumhuriyet böylelikle yalnız yandaşlarının değil, herkesin hakkını ve özgürlüğünü savunuyordu. Uğur Mumcu bütün ömrü boyunca, Cumhuriyet yaşamalıdır, derken yalnız Cumhuriyet gazetesini kastetmiyordu aynı zamanda aydınlanma, tam bağımsızlık, demokrasi, özgürlük, emeğe saygı demek olan Cumhuriyetin kendisini de kastediyordu. Cumhuriyet yaşamalıdır derken haksız mıydı?

- Son sözünüz Uğur Mumcu’yu yeni kuşaklara özetlemek olsun...

Ödünsüz bir sosyalist, demokrat, bağımsızlıkçı, kuvvacı... Uğur Mumcu, Cumhuriyete sosyal boyutu katanlardan biriydi.


.


Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi
 
.

' İÇİNDE YANARDAĞ COŞKUSU VARDI '


Rutkay Aziz’le 1984 oyunu için geldiği Ankara’da Tunus Caddesi üzerinde görüştük. 1967 yılında Asaf Çiğiltepe ve arkadaşları tarafından kurulan Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST) çok uzun yıllar sanat yönetmenliğini üstlenen Rutkay Aziz’le, Mumcu’nun Sakıncalı Piyade kitabını sahneye koyuş öyküsü etrafında her şeyi konuştuk.



- Sakıncalı Piyade’den başlayalım mı?

Tabii tanışmamız onunla başladı... AST’tan çıktım, İstanbul’a gidiyorum. Aldığım kitaplardan biri Sakıncalı Piyade’ydi. Yıl 1976 olmalı... Okuyorum otobüste, bu oyun olur dedim durup dururken. Fakat Uğur’la tanışmıyorum. Biliyorum tabii ki kendisini ama tanışmıyorum... Bir arkadaşım kanalıyla izini buldum. Ayvalık’ta babasından kalma bir yazlığı vardı... Bu arada kitaptan bazı bölümleri oyunlaştırdım bile. Evinde tanıştık. Dedim böyle böyle... “Ben oyundan anlamam” dedi... “Beraber yapacağız” dedim. Heyecanlandı. Zaten coşkulu bir insandı... Ben Uğur’u şöyle tarif edebilirim; sanki içinde bir yanardağ var da lavları püskürtmeyi bekliyormuş gibi bir coşku vardı.Heyecan vardı... Çok keyiflendi...

Döndük Ankara’ya... Çalışmaya başladık. Uğur’un eski evine gidip geliyorum... Oyunu hazırlamanın uzun süreceğini hissettim. Vasıf Öngören’in Zengin Mutfağı’nı koydum sahneye. O bizi döndürürken ilerlemeye başladık. Evine gidip gelirken yaşlı bir bekçi koymuşlardı. Genellikle uyuklar görürdüm. Bir gün şöyle dedi; “Bu arkadaş anayasanın uyuyan ben de uyanık bekçisi olarak eve giriyorum.” Gülüştük... Çok da eğlendik. İki aylık bir çalışma oldu. Müziklerini Timur Selçuk yaptı. Çiğdem Talu sözlerini yazdı. Çok heyecanlıydı Uğur. Sahneye kendisi çıkmış gibiydi. Uğur’u Rana Cabbar oynuyordu. O da oyuna geliyordu. Bizimle birlikte selama çıkıyordu.

Bir tek bir şey vardı çok ilginç. Oyun bir türlü bitmedi. Bitiremiyorum, nokta gelmiyor. Kitabını karıştırıyorum... Rana da daktilonun başında... Rana “Bitti ya” dedim... Bitti de, sonra seyirciye bak “mi acaba” de... Müzikle bitirelim dedim. Sonra 12 Eylül geldi malum...

- Maalesef bitmedi...

Uğur’la karşılaştığımızda “Bak gördün mü, bitmemiş” diyordu... Ondan sonra silah taşımaya başladı... Ölümünde Amerika’daydık. Piyano Piyano Bacaksız diye bir oyunla... Konsolos geldi, Uğur’u öldürdüler diyebildi...

Sonra bize büyük baskıları gelmeye başladı, oyunu koyun, oyunu koyun... Bu oportünizme girer, duygu sömürüsüne girer, diye endişe ettim... Baskılar devam edince ilk iş Güldal’a gittim. İzin vereceksin, yeniden düşünmem lazım dedim. Biliyorsunuz, oyun 12 Mart’a dair... Ama 94’e geldik... Benim bunu döşemem lazım, Uğur’a saygımdan... Oyun belli bir yere otursun. Ve 12 Mart’la Memduh Tağmaç’la başlayan konuşma, finalde geliyor Kenan Evren’in malum konuşmasıyla 12 Eylül’e bağlanıyor... Cenazede yoktum ama çok dinledim... Çok büyük yağmur yağmış. Yağmur yağmur ve şemsiyeler... O beni çok etkiledi... Finalde bütün oyuncu kadrosu, siyah şemsiyeler ıslatarak sahneye çıkıyorlar... Er kişi niyetine parçasını söylerken Uğur’un gülen bir resmi... Yaşamımda böyle bir alkış görmedim. Bence o alkış oyuna değil, Uğur’un kavgasınaydı...

- Güzel tanımladınız... Tek tek açmak gerekirse... Mizah gücü?

Çok yüksekti. Sakıncalı Piyade’de görülüyor. Yazıları da öyleydi...

- Mücadele gücü?

Onu göstermedi mi... Her an da vurulmayı bekliyordu. Bunu söylerken insan zorlanıyor ama... Güldal ve çocuklara “Siz durun, ben arabayı çalıştırayım, siz sonra geleceksiniz” deyişi, bunun parçasıydı. Bir kavga adamıydı. Atatürk sevgisi, sevdası da çok büyüktü. Bizi buluşturan noktalardan biri, başlıcası buydu...

- Sakıncalı Piyade’nin en çok hangi bölümü sizi etkiledi?

Mizah, güçlü bir anlatım... Ama bunların yanında ordunun ilk kez bu şekilde tiyatro sahnesine çıkması beni çok heyecanlandırdı, çarptı açıkçası... Saçkıran olayı... Pijamalarla banyo... Her şeyiyle ordunun da değişik bir şekilde sahneye çıkmasıydı. Askerler oyuna çok geldi. Sivil geliyorlardı ama...

- Oynarken sorun yaşadınız mı?

Bir gün oyunu kaldırmamız haberi geldi... Dolaylı ama... 100. oyunu geçmişiz. Nasıl kaldıracağım ki... Bana yazılı gönderin dedim. Ben onu kapının önüne asayım... Sonra oyunu kaldırayım dedim, yoksa ben kendi kendimi nasıl yasaklarım. O yazı gelmedi.

- Uğur Mumcu’dan sonra bir bakıma Uğur Mumcu’nun mücadelesi devam ediyor. Halk onu unutmadı. Toplumsal direnişin devam etmesini neye bağlıyorsunuz?

Ben Mustafa Kemal’e bağlıyorum... Mustafa Kemal’in varlığı, Cumhuriyetin değerleri... Bizi hep ayakta tutacağına inanıyorum... Mustafa Kemal’in değerlerine döndüğümüzde bu ülke gerçek anlamda aydınlığı da görür. Bunların Atatürk düşmanlığı bizim Atatürk sevdamızı da büyütüyor.

- Uğur Mumcu’nun kimliği de kalpaksız kuvvacı...

Onunla övünüyordu zaten... Atatürk’ün mücadelesi onda çoğaldı...

- Uğur Mumcu’yu sahneye koymak da onunla her şeye ortak olmak gibi...

Biz onu seçtik... Çağımız seçme çağı... Şimdi 1984’ü oynuyoruz... Güneyli Bayan’a çalışıyorum. Hatırlarsınız 1982’de oynamıştık... McCarthy dönemi... İstanbul’da başlayıp Anadolu’yu dolaşacağız. Bu anlamda kavgaya devam ediyoruz. Yoksa ben kimliğimi reddederim.

- Sakıncalı Piyade’yi bugünlere taşımayı düşünür müsünüz?

Düşünmedim... O kadroyu kurmak zor... Ama yine de söylenecek sözü olur, bir dönemi anlatması açısından... Tadında kalmalı mı? Bilemedim... Bu sorunun içinden çıkamadım şimdi...

- Mumcu’nun katli Türkiye’nin bugünlere gelişinin hazırlanmasında bir kilometre taşıydı... Sanatçı gözüyle yakın tarihimizin bu yönünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugünkü Türkiye’nin hazırlığı çok önceden başladı... Köy Enstitülerinin kapatılması, ezanın Arapçaya dönmesi... Darbeler de bunu tetikledi... Dediğim gibi ben bir Nâzımsever olarak umutsuz değilim. Nâzım hiç umutsuzluğu yakıştırmaz kendine.

- Atatürk de yakıştırmaz... Umutsuz olan bizden değildir, diyor...

Tabii... Biz hep umuttan yana olduk. Umudu eyleme dönüştürmek... Onun için inanıyorum ki bu demokrasi cephesi daha bir genişlerse, bir çözülme olmaz dilerim, bu iktidar gidecek... Buna inanıyorum...

- Bu inancı besleyen bir toplumsal dirilik de görüyorsunuz...

Her şeye rağmen evet... Demokrasiye inanan geniş bir yelpaze var. Buna merkezin sağından soluna, onun dışına bütün kesimlerden katılım var. Büyükşehir belediye başkanları da iyi gidiyor...


.


Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi
 
.

' Uğur’un cenazesi bir doğumdur '


CHP’nin genel başkanlığı sorumluluğunu üstlenmiş, başyazar, 18 yaşında gazeteciliğe başlamış Altan Öymen’le İstanbul’da tam bir kütüphane görünümündeki evinde söyleşimiz...


Mustafa Balbay


26 Ocak 2020 Pazar, 02:00


kapak_230609_ugurun-cenazesi-bir-dogumdur..jpg





Uğur Mumcu’nun daktilo arkadaşısınız... Gazeteciliğe başladığı günlere yakından tanıksınız. Nereden başlamak istersiniz?

1960’ların başı... Uğur Mumcu YÖN dergisine yazıyordu... O sırada Almanya’daydım ama Türkiye’ye de geliyordum. Tanışıklığım öyle başladı. İlk bakışta fark ediliyordu. Çok yüksek bir enerjisi vardı. Türkiye’ye döndüm, Uğur KİM dergisinde yazmaya başlamış. Öğreniyorum ki Uğur’u fakülte de bırakmıyor. Asistan oldu. Derken ben Ulus’a genel yayın yönetmeni oldum. Orada da ilişkimiz devam etti. Ulus’tan sonra 12 Mart dönemine geliyoruz... Artık ben Akşam gazetesi yazarıydım... Uğur da Hukuk Fakültesi’nde asistanlık yapıyor, ama yazmaktan kopuyor. Kopamazdı, içine işlemişti bir kez...

12 Mart demek hapis, sürgün demek...

Evet... Akşam sahip değiştirmiş, sahibi Türk-İş olmuş... Bana seninle çalışamayacağız dediler. Tazminat vermişlerdi. Haldun (Simavi) Bey bana, “Sen bizim Ankara istihbaratımızı sağla, ben sana ayda 20 bin lira veririm, onunla ne yaparsan yap” dedi. Bende de 20 bin lira tazminat parası var... Ben ajans kuracağım, sana oradan servis yapacağım, dedim... Aynı haberi alırlar dese de ikna ettim... Anka’yı kurduk...

Efsane Ankara’nın Anka’sı...

Birbirini tamamlayan, çoğaltan müthiş bir kadro vardı... Artık Uğur da aktif gazeteciliğe yöneldi... Anka’da başladı... Hukukla ilgili haberlerle daha ilgili... Anka’da haberler yazıyor, Cumhuriyet’te köşe yazıları; nasıl bir enerji anlatamam... Tam kader birliği... Sadece kendi yazısını değil, öteki haberleri de yazıyordu. Bir de haftada bir gün arka sayfada tam sayfa Ankara ANKA diye kulis haberleri veriyoruz... Teoman Erel, Erdal Çetin, İsmet Solak, Nuri Çolakoğlu, Süleyman Coşkun vardı... O ajansın önemi, hepsi solcu ve hapse girip çıkmış insanlardı... Uluç Gürkan, Füsun Özbilgen, Hasan Cemal... Sanki oraya girmek için önce hapishaneye girmek gerekti...

Mobilya dosyası bu temponun ürünü...

Mobilya dosyası geldi... Uğur’la ben farklı taraflarını yazıyoruz. Uğur Türkiye’dekilerle uğraşırken ben İsviçre’ye gittim... Mesela 90 No’lu binada bize mobilya lazım diye talep gelmiş... Ama orayı bulamadık, zira o kadar bina numarası yok... Asıl matrak olan Lihtenştayn’ın merkezinde zaten 100’ün üstünde numara yok, mesela 128 numara diyorlar... Yok... Şehrin planını bulduk... Bunları hep yazıyoruz... Yazarken Maliye ve Ticaret Bakanı taktı... Şunu yapmıyoruz, mesela Süleyman Demirel’in yeğeni falan demiyoruz... Kendi adını yazıyoruz, Yahya Kemal Demirel hayali ihracat yapmış diyoruz... Zaten herkes biliyor... Bizi tekzip etmeye başladılar... Maliye Bakanı Yılmaz Ergenekon bize müfettiş gönderdi. Biz de 30-35 kişi olmuştuk... Müfettişlere yer verdik... Bizim hesaplarda bir şey buldular, 4 bin lira yerine 400 lira mı ne, onda da bir şey yok. Asıl olan bize altı özel dava açtılar. Yalan beyan, menfaatlarımız zedelendi falan... O zaman biz bunu kitap yapalım dedik. Hem okuyan da olur... O kitap öyle oldu.. Kitap Asliye Hukuk Mahkemesi sayın yargıçlığına, diye başlıyor... Dosya numarası falan...

Uğur Mumcu’nun araştırmacılık yönünü bire bir bu dosyada gördünüz. Nasıl tarif edersiniz?

Hukuk eğitimi de aldığı için araştırmacılık, sorgulamacılık, işin püf yanlarını ortaya çıkarma... Her şey var... Uğur daha o yaşta sadece enerjisi ve bilgisi değil, aynı zamanda mesleki birikimi varmış gibiydi.

Sonra nerede yolsuzluk varsa bize gelmeye başladı. İstihbarat Şefi Teoman Erel, İsmet Solak’la beraber bir masaya “yolsuzluk masası” diye yazmışlar. Uğur’un masasına... Böylece biz olduk yolsuzluk bürosu...

Uğur Mumcu’da sadece araştırma-yazma değil, mizah da var...

Mizahın bütün türleriyle haşır neşir... Hicvi iyi yapar, yerine göre kendisiyle de dalga geçer. Anlatımı olağanüstü... Esprileri çok kuvvetliydi. Herkes de benimsemişti onu... Uğur da geliştirdi bu yönünü... Bir yandan da mobilya dosyasından sonra büronun adı çıkmıştı. Bazen bir yer adı söylerler, oradaki yolsuzluğa niye el atmıyorsunuz diye hesap sorarlardı...

Gelişen olaylar gazeteciliğini etkiliyor...

Abdi İpekçi’nin öldürülmesi onu çok etkiledi. Her yönüyle ilgilendi. Kendini adeta bu olayın aydınlatılmasına verdi... Sonra Papa’ya suikast olayıyla Roma’ya kadar gitti. Bunlar tabii hep çapraşık işler...

Evinin yanında bir yer boşaldı, orayı bir büro yaptı. Kitaplar, asıl vesikalar... Ölmeden bir süre önce, burada da buluşurduk... Ben bunları derleyip topluyorum, ama bunları bir ajans haline getirmek istiyorum derdi... Devam eden davaları ciddiyetle takip ediyordu. Arşivini başkalarına da açmak istiyordu. Onlara da gönderecek şekilde mekanizma kurmak istiyordu. En son işte senin oturduğun yerde oturuyordu.

Bu oturduğum yerde mi?

Evet, orada oturuyordu...

Dostlarıyla çok iyi ilişkileri vardı... Bunun yanında zıt düşüncelilerle de en azından diyalog kapısını açık tutardı...

En karşıt olduklarıyla diyaloğu vardı. Mesela Yaşar Okuyan’ın adını güler yüzlü faşist koymuştu. Öyle konuşurlardı... O da ona komünist derdi....

Mesai arkadaşlığınız çerçevesinde kişisel özelliklerinden neler paylaşmak istersiniz?

Müthiş çalışkan bir adamdı. Bir de çalışma derken çok çabalamanın ötesinde, olayın içine girerdi, arar tarar, anlatır... Sohbetlerine bu yansır. Artık aklı o araştırdığı konudadır... Bunların arasında mizahı hep kullanır... Giyim açısından da bir yelek giyer, kravattan falan hoşlanmazdı...


TETİKÇİLER NEREDE ŞİMDİ ?

90’lı yılların aydın kıyımı ve sonuçlarıyla ilgili düşünceleriniz neler?

Sadettin Tantan bununla iyi uğraştı... Fazla ileri gidilemedi ne yazık ki... Neden? Rivayetler vardı... Komşu ülkelerle ara bozulması... Tam aydınlığa kavuşmuş değil... Sadece içimizdeki olaylar diye de bakmayalım, Ağca meselesi de öyle... Bulgaristan meselesi var... Tarihimizde faili meçhul az değil... Kimin işine yaradı? Burada, Türkiye’yi karıştırmak isteyenlerin işine yaradı... Tabii dini devlet merakları da direkt endirekt rol oynadı. Bunların herhangi bir şekilde takibatının devam ettiğini bilen yok...

Kimi tetikçilerden hüküm giyenler oldu...

Onlar nerede şimdi, ona da bakmak lazım...

Az önce parça parça anılar geliyor gözümün önüne dediniz... Başka var mı?

12 Eylül 1980 akşamı beni aradı... O sırada milletvekiliyim, CHP’nin Genel Sekreter Yardımcısı’yım... “Evde yalnızım, bize gel, yanına bir şey al, gece de kalırsın” dedi... Ertesi sabah da Ecevit’le beraber önce İstanbul’a, oradan Trabzon’a gideceğiz. Ecevit de Oran’da oturuyor... Gittim... Böyle böyle dedi... Bir şey sezmiş...

Almış haberi...

Almış... Telefonlar etti... Yemek yedik... “Bir manevra diyorlar” dedi... Ama dedi... Gece kalmadım... Ama gelebilirler havası içinde bilgi de ediniyordu... Her yerde arkadaşı, tanıdığı vardı. Ona güvenirdi herkes...


SİVAS KONGRESİ’NDE DE OLURDU


Devleti eleştirir ama korunmasını da isterdi... Bu yanını nasıl yorumlarsınız?

Aslında Kuvayı Milliyeciler, Atatürk’ün arkadaşları, bütünü görerek bakmak lazım... O günün koşullarını dikkate almak gerekirdi... Sovyet ihtilali tüm Çarlık ailesini kurşuna dizdi, Fransız ihtilali öyle, giyotin işledi... Bizde bir sulh masası... Milli Mücadele’ye de bir tarihçi gözüyle bakmak lazım. Tarihe gerçekçi bakanların başında Uğur var... O en karşıt düşünceliyle bile kıyasıya tartışır ama, onun kılına dokunulmasını istemezdi. Devleti de daha iyi olması için, hırsızlıktan yolsuzluktan arınması için eleştirirdi...

Bu çizdiğiniz çerçeveyi hangi ideolojik çizgiye oturtuyorsunuz?

Kuvay’i Milliyeci... Yaşı müsait olsa Sivas Kongresi’nin üyesi olurdu... 1900’lü yılların başında doğmuş olsa inanmış bir Kuvayi Milliyeciydi... Hapisliklerinde de suç yoktu... Herhangi bir isnat bulamadılar...

1900’lerin başında olsa Sivas Kongresi’nde olurdu dediniz... Bugün yaşıyor olsa?

Çok daha güzel kitaplar yazardı. Yazdıklarını basmak önemli, onun da çaresine bakardı... Şimdi sosyal medyayı tümüyle kullanan olurdu. Teknolojiyi iyi izler, bizimle de dalga geçerdi. Bugün olsa bu alanda bir şey kurardı. Bunu yapabilecek bir adamdı.

Uğur Mumcu’nun cenazesindeki Türkiye’ye sahip çıkma ruhu ne durumda?

Türkiye’de bir potansiyel her zaman var... Şimdi de var... İstanbul seçimini düşün... 17 bine razı olmadı adam, 806 bin... 145’i de var, onu da unutmayacaksın. Halk patladı. Bende itikat gibi bir şey vardır. Bir yerde çok anormal bir şey varsa, o kadar devam edemez. Türkiye’de var... Uğur’un cenazesi de öyle oldu...


(“Ölümünü çok kötü haber aldım. Avustralya’daydım, dönüş yolunda öğrendim... Hemen geldik... Öyle bir cenaze oldu ki... Cenazeye halkın sahip çıkması önemli... Uğur halkındır.”)


Uğur Mumcu’nun cesareti, Kuvacılığı halkın içindeki potansiyelin toplamı diyebilir miyiz?

Halkta bu potansiyel var. Uğur döneminde şöhret olacak mekanizma yok... 70’lerde şöhret olmaya başladı... Cenaze bir başka doğum. Atılan sloganlar toplumun içi. Halk cahildir, demokrasi Türkiye’de yürümez, gibi laflar vardır ama... Demokrasi ile Cumhuriyet yürüyüp geliyor. Halka mal olmuş durumda... Halk demokrasiyi özümsedi... Temel vardır...


.


Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi
 
.

' Uğur Mumcu’nun katli karşıdevrim hareketidir '


1934 doğumlu, 18. ve 22. dönem CHP İstanbul Milletvekili, 1979’da Ecevit Hükümetinin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’le, Ankara Keçiören’deki evinde yaptığımız söyleşi...


Mustafa Balbay

27 Ocak 2020 Pazartesi, 07:30


kapak_010242_ugur-mumcunun-katli-karsidevrim-hareketidir..jpg




- Uğur Mumcu, gençlikten beri arkadaşınız, nasıl tanıştınız?

Ben Uğur’un Hukuk Fakültesi’nde sınıf ağabeyiyim. Ben son sınıftayken Uğur ikinci sınıftaydı. O zamanlar fakültede münazara diye bir gelenek vardı. 1960 yılı olmalı, münazara ekibi başkanı ve talebe cemiyeti başkanıyım. Köy Enstitüsünden geliyorum. Fakülte içinde sınıflar arası münazara yarışları düzenledim. Uğur o sırada kendi sınıfının münazara ekibinde öne çıktı, sivrildi. Göze batar hale geldi. Oradan tanışmaya başladık. Sonra ben savcılık yaptım, Uğur sakıncalı piyadelik yaptı. Aynı bölgede askerlik yaptık.

Çok yakın olduk birbirimize. Ben savcılıktan ayrılıp önce avukatlığa başladım. Avukat büromun ilk masasını Uğur bana hediye etti...


- Uğur Mumcu çok paralı yerlerde çalışmadı. Demek ki yürekten verdi...

Aslında onun da fazla parası yoktu. Birbirimizi biliyorduk. Bu eve defalarca gelip gitmiştir. Daha sonra ailece de tanış olduk. Bir arkadaştan öte kardeş gibi yakın olduk birbirimize.


- O zaman sizin gözünüzden Uğur Mumcu’yu dinleyelim...

Uğur benim gözümde Türk toplumunu aydınlatmayı, bilgilendirmeyi, bu yolda hizmet etmeyi amaç edinmiş bir büyük gazeteciydi. Bunu bir tutku olarak yapıyordu. Çizgisi laik Cumhuriyet, sosyal hukuk devleti ilkelerindeydi, tam bir Atatürkçüydü. Uğur’u başka türlü sağ-sol tanımlamaları içine itelemek yanlıştır. Kendi deyimiyle tam bir Kemalistti. Laik, demokratik, sosyal hukuk devletini sonuna kadar savunmayı, kahramanca savunmayı ilke edinmişti. Bunu sonuna kadar yürüten bir arkadaşımızdı..


- Uğur Mumcu’nun ortaya çıkardığı gerçekler var... Tarikat-Siyaset-Ticaret demiş, Papa-Mafya-Ağca demiş... O gün Uğur Mumcu’nun yazdıklarına bakınca bugün aklınızdan neler geçiyor?

Uğur’un o yıllardan bugünkü geleceği bir ışık gibi, uzaklarda görünen bir ışık gibi aydınlattığını görüyorum. O günlerden Uğur, eğer uyanık olmazsak, doğru bir çizgi tutturmazsak bu noktaya gelineceğini ikaz ediyordu. Uyarıyordu toplumu... Uğur siyasetin, toplumun genel düzeyinin çok ilerisinde bir insandı.


- Muammer Aksoy’un katledilmesi onu çok etkiledi değil mi?

Çok etkiledi... Cenazede fotoğrafını o taşıdı... Tabutun bir tarafında da ben vardım... (Derin bir nefes alarak) Uğur’un tabutunu da taşıdık. Lanet olsun, kötü günler yaşadık. Muammer Hoca hepimizin hocasıydı. Akıl aldığım, önerisine ihtiyaç duyduğum insanlardan biriydi. Onun emrettiği yere geleceğimi söylerdim ama çok mütevazıydı, o kalkar gelirdi. Muammer Hoca’yı benimle tanıştıran, ilişkimi kuran Uğur’dur.


- Dostlukları çoğaltan bir özelliği vardı...

O yanları vardı. Muammer Hoca’yla, pek çok arkadaşımızla, sağlam, delikanlı adamlarla bir araya getiren odur.


- O tür insanların birbirini bulması çok önemli. İnsan yalnızlaştıkça daralıyor...

Çok önemliydi. Bu Uğur için ayrı bir sorumluluk gibiydi... Bir gün silah verelim sana dedim... Sevmem dedi... Ben hevesliydim... Bir poligona gittik... Bir iki atış yaptık, canı sıkıldı... Elini cebine attı, kalemini gösterdi, “Bu bana yeter” dedi. 1979’du... Bir daha gelmedi...


- Katledildiği günü nasıl anımsıyorsunuz?

Ahh... O gün biz buluşacaktık. Uğur’u aradım cevap vermedi. Sonra öğrendim. Arabayı o tarafa sürdüm... Evin önüne geldim, perişan... Eski evrakları bulabilsem, kontak anahtarının kullanılması, malzemelerin yerleştirilmesi... Sonuna kadar incelemiştim. Ben soruşturmanın yeterli yapılmadığı kanaatindeyim. Hatta ilk gün yapılması gerekenlerin ihmal edildiği kanaatindeyim. Dikkatle yürütülmediği kanaatindeyim, ben tatmin olmadım. Pek çok konu karanlıkta kaldı...


- Patlamadan hemen sonra aracın parçalarını süpürgeyle topladılar...

Orayı aynen günlerce muhafaza edip her noktasını değerlendirmek gerekirdi. Ben onun cahillikten olduğuna inanamadım. Acaba bir kasıt var mıydı o süpürmede? Delilleri yok etme kastının dışavurumu muydu kuşkusunu bugün de taşımaktayım.

- Yakalanıp yargılananlar oldu ama siz cinayetin aydınlatılmadığı görüşündesiniz?

Aydınlatılmadı... O dönemlerde örgütlü suç kavramları yeniydi. Bunları konu haline getirenlerden biri benim. Basında da yazan Uğur’dur. Burada Uğur’un başına gelenler için ayrı bir bakış lazım; bu örgütlü suçun bir hedefi var. Suç işlemek üzere kurulmuş bir örgüttür. Suç ne? Laik demokratik Cumhuriyeti savunanları yok etmek. Cumhuriyeti savunmasız bırakmak. Yerine yeni bir yapı kurmak. Bir karşıdevrim girişimiydi bunlar. Karşıdevrim suç örgütleriydi bunlar.

- Hedef neydi?

Uğur Mumcu, cumhuriyetin en büyük savunucusuydu. Bu gücü yok etmekti hedef. Bir karşıdevrim yapmak...


- Anımsayacaksınız, “bir tuğla çekilirse devlet çöker” demişlerdi...

Bu, soruşturmayı derinleştirmeyi reddeden bir görüş... Araba Uğur’u dışarı atıyor deniyor... Kontak anahtarını açıp gaza bastığı an patlama olduysa dışarıya atmaması gerekir. Sanki daha kapıdan girerken patladı gibi... Ben onu normal bir değerlendirme olarak görmüyorum. Acaba uzaktan patlama gibi bir olasılığı düşünüyorum. Bedeni dışarıya fırladı. İçeride oturmuş olsa atamazdı. Uğur tam kapıdan girmemişti gibi görünüyor. Kurulan tuzağın aydınlatılmadığı kuşkusunu taşımaktayım.


- İçişleri Bakanlığı yaptınız, öncesinde savcılığınız var... Cinayetin sorgulanmasında en önemli sorunlar neler?

Uğur mutlaka yok edilmesi gereken bir insan, kararının altında bizim henüz çözemediğimiz nedenler olduğunu düşünüyorum. Yani Uğur’un peşinde olduğu sorular vardı. Onlardan biri ya da ikisi Uğur’un yok edilmesine neden olmuş olabilir. Bize de henüz söylemediği, açıklamadığı şeyler de olabilir.

- 90’lı yıllar kıyımlarını ortak özelliği, Atatürkçü kimlikler...

Ben bir karşıdevrim olarak ifade etmeye çalıştım. Bunun dış ve diğer bağlantılarını da düşünmek lazım. Sadece siyaset değil...


- Bugün devlet nasıl?

Laik, demokratik Cumhuriyetin temel kurumlarının zayıflatıldığı, bir bölümünün içinin büyük ölçüde boşaltıldığı kanaatindeyim. Güvenlik, iç dış istihbarat, yargı, bu endişelerimin kaynağı olan noktalar.


AYDINLANMA İŞARETİ GÖRÜYORUM


- Toplum direniyor, direniyor ama her şeye karşın yüzde 50’yi teslim alamıyorlar...

Bu konuda katılıyorum. Toplumun iç dinamiğinde bir aydınlanma işareti görüyorum, bana umut veriyor. Son İstanbul seçimleri örneğin... Belki oraya yönelmek, onu yükseltmek bize düşüyor. Kemalist çizgideki siyasi örgütlere, sivil örgütlere düşüyor. Topluma yönelmeliyiz, uyarmalıyız...

- Uğur Mumcu bu gücüyle istese siyasete de girebilirdi. Bu yönde sizde nasıl bilgiler var?

İstese defalarca milletvekili olabilirdi. Uğur bana telefon etti, genel başkanla görüşeceğiz dedi. Ben de haricen Uğur’a milletvekili adaylığı teklif edileceğini duymuştum. Sakın hemen reddetme dedim. Sonrasında buluşalım dedim. Teklif edildi. Vakit aldı, düşüneyim, dedi. Ben ona kabul et dedim, Meclis’te çok güzel şeyler yaparız dedim. Reddetti. Ben gazeteciyim, gazeteci olarak da bu ülkeye hizmet edebilirim dedi.

- Bu hangi seçimdi?

1977 olmalı...

- Ondan çok farklı düşünen kesimler de onunla diyalog kurabiliyordu...

Herkes onunla rahatça konuşabiliyordu. Uğur çok cesur bir insandı. Bu çok önemli. Korku denen duygu Uğur’da yoktu. Bu onun düşüncelerini özgürce anlatmasına yol açan çok büyük bir avantajdı.


.


Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi
 
X