Bilim Adamlari

John Von Neumann (1903 - 1957)

John_von_Neumann1.jpg


1921 yılından 1923 yılına kadar Berlin Üniversitesinde kimya tahsili gördü. İki yıl sonra İsviçre'de Teknik Yüksek Okulu'ndan kimya mühendisliği diploması aldı. Nihayet 1926 yılında Budapeşte Üniversitesi'nden matematik doktorası aldı. Budapeşte'deki çalışmalarını bitirir bitirmez, genç matematikçiye Göttingen Üniversitesi'nde Rockofeller bursu verilmişti. Burada, 23 yaşındayken ilk şaheser eseri "Kuantum Mekaniğinin Matematik Temelleri"ni yayınladı.
Uzun araştırmalar sonucu onun harika makinesi MANIAC (Matematiksel Analizci, Nümerik Integralci ve Computer), insanların hizmetine hazırdı. Öyle ki bu makina önceleri birkaç yıl alan bir problemi bir saatte tamamlıya biliyordu. NORC (Noval Ordinanse Research Computer - Askeri Düzeni Araştırma Bilgisayarı) Von Neumann'ın ikinci bilgisayarıydı. Bu hünerli makina yirmidört saatlik bir hava tahminini birkaç dakikalık zamanda verebiliyor, yerkürenin özü hak-kında bilgi kaydedebiliyordu. Atlantik ve Pasifik Okyanusları'nın med ve cezir hareketlerini hesaplayabiliyor ve askeri manevra problemlerini çözebiliyordu. 1953 yılında, Amerikan güdümlü mermi programına paha biçmeye çalışan bilim adamları ve askeri liderler komisyonuna başkan atandı. Onun başkanlığında Kıtalararası Balistik Güdümlü Mermi (ICBM) projesi üzerinde çalışmaya başladı.
1954 yılında Von Neumann en büyük düzeyde olan Atom Enerjisi Komisyonu'na atandı ve burada hücre otomata teorisi üzerine kanserden öldüğü 1957 yılına değin çalışmalarına devam ederek miras olarak geriye bugün hayatımızın ihtiyaçlarını karşılayan teorileri ve kavramları bıraktı.
 
Michael Faraday (1791 - 1867)

faraday3.gif


Küçük yaşta gazete dağıtıcısı olarak çalışmaya başladı. 14 yaşında çiftci çıragı oldu. Ciltlenmek üzere getirilen kitapları okuyarak bilgisini genişletmeye başladı. Encyclopedia Brtanica'nın üçüncü baskısındaki elektrik maddesinden özellikle etkilendi. Eski şişeler ve hurda parçalardan yaptığı basit bir elektrostatik üreteçten yararlanarak deneyler yapmaya başladı. Gene kendi yaptığı zayıf bir Volta pilini kullanarak elektrokimya deneyleri gerçekleştrdi.
1820'de Faraday, Davy'nin yanından yardımcılık görevinden ayrıldı. Hans Christian Orsted, 1820'de bir telden geçen elektrik akımının tel çevresinde bir magnetik alan oluşturduğunu bulmuştu. Fransız fizikci Andre Marie Ampere tel çevresinde oluşan magnetik kuvvetin dairesel olduğunu gerçektede tel çevresinde bir magnetik silindir oluştuğunu gösterdi. Ve bu buluşun önemini ilk kavrayan Faraday oldu. Soyutlanmış bir magnetik kutup elde edilebilir ve akım taşıyan bir telin yakınına konursa telin çevresinde sürekli olarak bir dönme hareketi yapması gerekecekti.

Faraday üstün yeteneği ve deneysel çalışmadaki ustalığıyla bu görüşü doğrulayan bir aygıt yapmayı başardı. Elektrik enerjisini mekanik enerjiye dönüştüren bu aygıt ilk elektrik motoru idi. Faraday bu deneyleri gerçekleştrip sonuçlarını bilim dünyasına sunarken elektriğin farklı biçimlerde ortaya çıkan türlerinin niteliği konusunda kuşkular belirdi.

Elektrikli yılan balığının ve öteki elektrikli balıkların saldığı, bir elektrostatik üretecin verdiği bir pilden yada elektromagnetik üreteçten elde edilen elektrik akışkanları birbirinin aynı mıydı? Yoksa bunlar farklı yasalara uyan farklı akışkanlar mıydı? Faraday araştırmalarını derinleştirince iki önemli buluş gerçekleştirdi. Elektriksel kuvvet kimyasal molekülleri, o güne değin sanıldığı gibi uzaktan etkileyerek ayrıştırmıyordu, moleküllerin ayrışması iletken bir sıvı ortamdan akım geçmesiyle ortaya çıkıyordu. Bu akım bir pilin kutuplarından gelsede, yada örneğin havaya boşalıyor olsada böyleydi.
ikinci olarak ayrışan madde miktarı çözeltiden geçen elektrik miktarına dorudan bağımlıydı. Bu bulgular Faraday 'ı yeni bir elektrokimya kuramı oluşturmaya yöneltti. Buna göre elektriksel kuvvet, molekülleri bir gerilme durumuna sokuyordu. 1839'da elektriğe ilişkin yeni ve genel bir kuram geliştirdi.


Elektrik madde içinde gerilmeler olmasına yol açar. Bu gerilmeler hızla ortadan kalkabiliyorsa gerilmenin ard arda ve periyodik bir biçimde hızla oluşması bir dalga hareketi gibi madde içinde ilerler.
 
Ernest Rutherford (1871-1937)

rutherford.jpg


Cambridge Üniversitesi’nden burs kazandığı 1895 yılı, onun için bir dönüm noktası oldu. Verilen bursu birincilikle kazanan sınıf arkadaşı, ülkesinden ayrılmak istemediği için, ikinci sıradaki Rutherford, bu mutlu rastlantı ile bilim dünyasına kazanılıyordu. Aslında o yıl, Cambridge Üniversitesi’nin diğer üniversitelerin başarılı öğrencilerine ilk kez burs vermesi, Rutherford’un talih kapısını aralıyordu. Bursa haberi Rutherford’a ulaştığı zaman, tarlada patates söktüğü, bel küreğini bir kenara fırlatarak ‘artık bunları kim sökerse söksün’ dediği, hatta evlilik düşüncesinden de vazgeçip İngiltere’ye gittiği söylenir.

Rutherford, Cambridge’de, J.J. Thomson’ın gözetiminde çalışıyordu. Hocası sesini ayarlayamayan, kaba tavırlı, fakat elleri son derece becerikli son derecece becerikli bu taşralı genci kısa sürede benimsiyordu. Bu, deneylerinde dağınık ve onu bunu deviren, döken Thomson için önemli bir yardım sayılırdı. Rutherford kısa bir süre, Kanada McGill Üniversitesi’nde kalıyor, evlenmek için Yeni Zelanda’ya gidiyor ve çalışmalarını sürdürmek için yeniden İngiltere’ye dönüyordu.


Becquerel’in yakın izleyicisi Rutherford, yeni ve ilginç bir konu olan radyoaktivite alanında çalışmaya başlıyor, Curie’lerle ışıyan maddelerin yaydıkları ışınların birkaç çeşit olduğuna inanıyordu. Artı yüklü olanlara ‘Alfa’ ve eksi yüklü olanlara ‘Beta’ ışınları diyordu. Bu adlar ogün de kullanılıyordu, ancak ikisi birden ‘Hızlandırılmış Parçacıklar’ olarak ifade ediliyorlardı. 1900 yılında kimi ışımaların manyetik alandan etkilenmediği bulununca, Rutherford, bunların elektromanyetik dalgalardan oluştuklarını gösteriyor ve ‘Gama Işınları’ adını veriyordu.
Rutherford önce Soddy ile birlikte, sonra yalnız başına Crookes’un, uranyumun ışıma sonucu başka bir maddeye dönüştüğünü gösteren öncü araştırmalarını sürdürüyordu. Uranyum ve Toryum üzerinde kimyasal işlemler yaparak ve ışımanın ne olacağı merakı ile Rutherford ve Soddy bu elementlerin, ışıma sonucu bir takım ara maddelere dönüştüklerini gösteriyorlardı. Hemen hemen aynı günlerde, Amerika’da Boltwood da bu gözlemleri doğruluyordu. Soddy bu çalışmaları daha da ilerleterek ‘İzotop’ kavramını ortaya atıyordu.


Farklı her ara element, belli bir sürede miktarının yarısını kaybedecek bir hızla parçalanıyordu. Rutherford bu süreye ‘Yarı Ömür’ diyordu. 1906 ile 1909 yılları arasındaki sürede Rutherford ve yardımcısı Geiger, alfa parçacıklarını derinliğine inceliyorlar, bu parçacıkların elektronlarını kaybetmiş Helyum atomu olduğunu, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde gösteriyorlardı. Alfa parçacıklarının Goldstein’in bulduğu artı yüklü ışınlara benzedikleri anlaşılıyor ve 1914 yılında Rutherford, en basit artı yüklü ışınların Hidrojen’den elde edilenler olması gerektiğini ileri sürerek, artı yüklü temel parçacık niteliklerinden dolayı ‘Proton’ adını kullanıyordu. Bundan sonraki yirmi yıl süresince her atomun eşit sayıda proton ve elektrondan oluştuğuna inanılıyor; fakat bugün kabul edilen yapısıyla hidrojen atomunun bir protonu olduğunu Heinsenberg gösteriyordu. Bugünkü bilgilere göre, proton artı; elektron eksi yüklüdür ve elektriksel olarak bir elektron, bir protonu dengeleyecek biçimde eşit yüklüdürler. Fakat protonun kütlesi, elektronun 1836 katıdır.




Alfa parçacıklarına duyduğu ilgi, Rutherford’u daha önemli şeylere yöneltiyordu. 1906 yılında daha Kanada’nın McGill Üniversitesi’ndeyken, ince madensel levhaların alfa parçacıklarını nasıl dağıttığını incelemişti 1908 yılında İngiltere’ye döndüğünde Manchester Üniversitesi’nde de bu deneyleri sürdürüyordu. Yarım mikron kalınlığındaki bir altın levhaya alfa parçacıkları gönderiyor ve parçacıklardan çoğunun hiç etkilenmeden ve yön değiştirmeden aradaki fotoğraf plakasına kayıtlandıklarını görüyordu. Fakat fotoğraf üzerinde, hem de büyük açılarla kimi dağılımlar oluyordu. Altın levha, 2000 atom kalınlığında olduğu ve alfa parçacıklarının çoğu dağılmadan arkadaki fotoğraf plakasına geçtiklerine göre, altın atomlarının büyük bir bölümü boşluktan oluşmalıydı. Kimi alfa parçacıkları, yönlerinden çok kesin biçimde;hatta 90 derece saptıklarına göre, atomun bir yerinde artı yüklü, alfa parçacıklarını saptırabilecek güçte (benzer yükler itişirler) büyük kütleli bir bölge bulunmalıydı. Rutherford bu deneye dayanarak, çekirdekli atom kuramını ilk 1911 yılında açıklıyor, atomun merkezinde, bütün protonları kapsayan ve hemen hemen kütlesinin tamamını oluşturan çok küçük bir çekirdek bulunduğunu ileri sürüyordu. Atomun dış bölgesinde, çok hafif ve görünürde alfa ışınlarının geçmesini engellemeyen eksi yüklü elektronlar yörüngedeydiler.


Bu atom fikri, 23 yüzyıl düşüncelere egemen olan Demokritus’un ‘maddenin en küçük parçası’ görüşünü yıkıyor ve gerçeklere daha çok uyan yeni bir model oluşturuyordu. Elementlerin ışıyarak ayrışması kuramı, alfa parçacıklarının yapıları üzeindeki çalışmaları, çekirdekli atom modeli Rutherford’a 1908 yılı Nobel Kimya ödülü kazandırıyordu. Başarıları bu kadarla kalmıyor, ilk kez Crookes tarafından düzenlenen ışıldama sayacını, yayılan ışınım (radyasyon) miktarını ölçmek için kullanılıyordu. Çinko sülfit bir ekran üzerindeki parıltıları sayarak (her atom parçasına karşılık bir parıltı) Rutherford ve Geiger, bir gram radyumun saniyede 37 milyar alfa parçacığı saldığını söyleyebiliyorlardı. Bu kadar büyük sayıda alfa parçacığı saçarak parçalanan maddelere, Curie’leri onurlandırmak için, o maddenin ‘Curie’si’ deniyordu. Bu arada Rutherford da unutulmuyor, saniyedeki bir milyon parçalanmaya ‘Rutherford’ adı veriliyordu.

Bu çeşit parıldamalar daha sonra saniyede kullanılıyor ve eser miktarda radyum içerikli çinko sülfit saatlere yerleştiriliyor, rakamların karanlıkta da görülüp okunması sağlanıyordu. Fakat bu saatlerin üretiminde çalışan işçilerin radyum hastalığına tutulmaları nedeniyle, uygulamaya bir süre sonra son veriliyordu.

Daha sonraları Rutherford, içine oksijen, hidrojen ve azot gazları doldurduğu bir silindirde ışıma miktarını ölçmeye girişiyor, azot gazında parıldamaların azaldığını; fakat hidrojen türünden olanların belirdiğini gözlüyordu. O halde alfa parçacıkları, azot atom çekirdeğinden protonlar çıkarıyordu. Çekirdekte kalan da oksijen atom çekirdeği olmalıydı. Böylece Rutherford, kendi ellerini kullanarak bir elementi diğerine dönüştüren ilk insan oluyordu. Başka bir deyişle, simyacıların rüyalarını gerçekleştiriyordu. Bu aynı zamanda, çekirdek tepkimesinin yapay ilk örneği oluyordu.

Fakat 300 bin alfa parçacığından ancak biri çekirdek ile tepkimeye girdiği için, bir maddenin diğerine dönüştürülmesinde kolayca uygulanabilir bir yöntem sayılmıyordu.

Rutherford, İkinci Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda amansız bir Nazi düşmanı oluyor, bir çok Yahudi bilim adamının Almanya’dan kaçırılması işlerine karışıyor; fakat zehirli gazlar üzerindeki çalışmaları nedeniyle Haber ‘e ilgi göstermiyordu. Rutherford atomun parçalanmasıyla elde edilen enerjinin denetim altına alınıp kullanılamayacağını söylüyor, Einstein kuramlarına inanmıyordu. Hahn’ın fizyon yöntemi ile enerjiyi nasıl denetim altına alabildiğini görüp tahminlerindeki yanılgıyı anlayamadan, yaşamını yitiriyor ve Newton ile Kelvin’in yanlarına gömülüyordu.
 
Johannes Kepler (1571-1630)

johannes_kepler6.jpg


Çok yoksul bir aileden gelmesine karşın üstün zekasıyla küçük yaşta dikkatleri çeken Kepler, Württemberg dükünün yardımıyla Tübingen Universite'sinde sürdürdüğü öğrenimini 1588 de bitirdi. 1591'de aynı üniversitede lisansüstü çalışmasını tamamladı.




Michael Mästlin'in Tübingen'deki astronomi derslerini izleyerek Copernik sistemini benimsemesi Keplerin sonraki yaşamı açısından önemli bir dönüm noktası oldu. Daha sonra başladığı ilahiyat öğreniminin son yılında iken Graz'da ki Lutherci lisede boşalan matematik öğretmenliğine atandı. Böylece ilahiyat öğrenimini bırakmış oldu. 1594'te gittiği Graz'da evrenin yapısına ilişkin araştırmalarına başladı. Platoncu felsefenin ve Pythagorasçı matematiğin etkisiyle evrende var olduğuna inandığı matematiksel uyumu ortaya koymaya çalıştı.
Bu amaçla eski yunalılardan beri bilinen ve Platon cisimleri olarak adlandırılan beş düzgün çokyüzlüden yararlanmayı düşündü. Uzay da yalnız bu beş düzgün çokyüzlünün var olabileceği eski yunanlılarca kanıtlanmıştı. Bu beş düzgün çokyüzlü şunlardı. Dörtyüzlü (yüzleri dört eşkenar üçgen olan piramid),küp,sekizyüzlü(sekiz eşkenar üçgen), onikiyüzlü(oniki düzgün beşgen) ve yirmi yüzlü(yirmiş eşkenar üçgen). Bu çok yüzlüler köşelerinden geçen birer küre içine yerleştirilebildikleri gibi bunların içine yüzlerine orta noktalarından teğet olacak biçimde birer küre yerleştirilebilir.

Copernik astronomisi her biri bir küre üzerinde dolanan altı gezegen tanıyordu. Kepler bu altı gezegenin üzerinde dolandığı kürelerin aralarında beş ploton cismi bulunacak biçimde iç içe yerleşmiş durumda olduklarını öne sürdü. Kepler 1600'de, o sıralarda imparatorluk matematikçiliğine atanan Tycho Brahe'nin yanına gitti ve onun asistanı oldu.
Ertesi yıl ölünce imparatorluk matematikçiliğine atandı. Kepler yıldızların insanların yaşamlarını yönlendirdiği yolundaki boş inancı redetmesine karşın, evren ile insan arasında belirli bir uyum olduğuna inanıyordu ve astrolojiye dayanan öngörüleriyle ün yapmıştı. Tycho Brahe'nin araştırma grubunda Kepler'e Mars'ın incelemesi görevi verilmişti. Ama o önce ışığın atmosferde kırılması olgusunu incelemek gerektiği kanısına vardı.

Dış uzaydaki gökcisimlerinden gelen ışık ışınlarının, Yeri çevreleyen yoğın atmosfere girdiklerinde nasıl kırıldığı konusundaki araştırmalarının sonuçlarını Ad vitellionem Paralipomena Quibus Astronomiae Pars Optica Traditur(astronomideki optik konuların incelenmesi konusunda Vitellio'ya ek) gibi alçakgönüllü bir başlık altında yayımladı.Brahe'nin gözlem sonuçlarını dairelerden oluşan ve düşünebildiği her türden yörünge biçimine uydurmaya çalışıp başarıya ulaşamayan Kepler, Kopernik'in görüşlerinden de esinlenerek, dairesel olmayan yörüngeleride ele aldı. Ve doğru sonuca ulaştı. Mars odaklarından birinde Güneş bulunan eliptik bir yörüngede dolanıyordu.
Gezegenler yörüngede dolanırken eşit zaman aralıklarında eşit yol almıyordu ama gezegeni güneşe birleştiren doğru parçası eşit zaman aralıklarında eşit alanlar tarıyordu Bu iki yasa bügün Kepler'in birinci ve ikinci yasası olarak bilinir.

Keplerin üçünçü yasası ise Gezgenlerin güneşe olan ortalama uzaklıklarının üçünçü kuvveti , yörüngedeki dolanma sürelerinin karesiyle orantılıdır. Bu üç yasa yarım yüzyıl sonra Isaac Newton'un evrensel kütle çekimi yasasını bulmasında belirleyici rol oynamıştır.
 
Nicolas Copernicus (1473-1543)

B664A_Nikolaus_Kopernikus.jpg


Onun astronomiye zaten var olan merakı giderek bir numaralı ilgi alanı oldu. O araştırmalarını kendi başına ve yardım almadan yaptı. Gökyüzünü kathedralin duvarları içindeki bir kuleden gözlemledi ve bu gözlemleri teleskop'un icadına yüzlerce yıl kala çıplak gözle gerçekleştirdi. 1530'da dünyanın kendi ekseni etrafında günde bir kere , güneşin etrafında yılda bir kere döndüğünü iddia ettiği büyük çalışması De Revolutionibus'u bitirdi.
Bu o zamanlar inanılmaz birşeydi. Copernik'e kadar, batı dünyası evrenin gerisinde hiçbirşey olmayan kapalı ve küresel bir yapıda olduğunu iddia ettiği Ptolemiac teorisine inanıyordu. O zamana kadar düşünürlerin hemfikir olduğu Claudius Ptolemy Alexandra'da yaşayan bir Mısırlı'ydı. Potelmy'e göre dünya; sabit, hareketsiz ve evrenin merkezine konumlandırılmış güneş dahil herşey onun etrafında dönmekte idi. Bu insan doğasına çekici gelen bir teoriydi. İnsanın günlük gözlemlerine ve egosuna uygun düşen birşeydi. Copernik teorisini yayımlamakta acele etmedi.
Teorinin birkaç astronom arasında incelenerek, kendisine fikir verebileceğini düşündü. Copernik' in çalışmaları, eğer genç bir adam bu çalışmaları 1939'da incelememiş olsaydı hiçbir zaman basılacak duruma gelemeyebilirdi. 66 yaşındaki bir rahibin yazısını okuyup ilgilenen 25 yaşındaki Alman Profesör George Rheticus 'du. Copernik'in çalışmalarıyle birkaç hafta ilgilenmeyi tasarladı ama,iki yıl boyunca teori üzerine çalıştı ve teoriden çok fazla etkilendi.
O zamana kadar Copernik teoriyi yayımlamakta isteksizdi. Kilisenin teorisi hakkında ne söyleyeceği ile çok ilgilenmesede o herşeyin mükemmel olmasını isteyen ve 30 yıl teori hakkında çalışmasına rağmen hiçbir zaman tamamlanmadığını düşünen biriydi. Copernik için gözlemler sürekli tekrar edilmeliydi(Ilginç olan dünyanın 300 yılının kaybına yolaçan elyazmaları 19. yüzyıl ortalarında Prag'da bulundu. Bu yazmalar gösterdi ki Copernik teorisini sürekli gözden geçiriyordu.

Bu yazmaların hepsi o zamanlar için bilgili kişilerin kullandığı latince ile yazılmıştı.) Copernik 1543'de öldü ve hiçbir zaman çalışmalarının nasıl bir sansasyon yarattığını göremedi. Ortaçağdan kalma filozofik ve dinsel inanışlara karşı geldi. Copernik teorisi insanın, evrenin kendisi için yaratılmadığını, yalnızca onun bir parçası olduğunu düşünmeye zorladı. Onun çalışmalarının en önemli yanı insanın Cosmos' a bakışını değiştirmiş olmasıdır
 
Andre Marie Ampere (1775-1836)

4AD9C_Amper3.jpg


Elektrik akım şiddeti birimine adını veren Fransız Matematik ve Fizik Profesörü André - Marie Ampère’dir. Ampère’in deneysel araştırmaları manyetizmanın yeni teorilerini ve elktrodinamiğin esaslarını oluşturmuştur.
Elektrik akım şiddeti uluslararası birim sisteminin temel büyüklüklerinden biri ve elektrik yükü taşıyıcılarının akı yoğunluğunu gösteren bir ölçüdür. Bunun birimi kısaltılmış olarak A ile gösterilen Amper’dir. Bu birime adını veren, elektrik akımı ile manyetizma arasındaki ilişkiyi tespit ederek, elektrodinamiğin temelini oluşturan Matematik ve Fizik Profesörü Fransız André - Marie Ampère’dir.

Elektrik akımı biriminin tarifi için içinden elektrik akımı geçen iletkenleri birbirlerine çeken veya iten kuvvetten yararlanılır:

1 Amper (A), vakum içine paralel olarak yerleştirilmiş, birbirleri ile aralarında 1 metre (m) aralık bulunan, doğrusal olarak sonsuza kadar uzanan, çapları ihmal edilebilecek kadar küçük yuvarlak kesitteki iletkenlerden zamana bağlı olarak değişmeden akan akımın, her metresinde (m), 0,2 mikronewton’luk (µN) bir kuvvet oluşturan akım miktarıdır.
Ampère her şeyden önce bir matematikçiydi. Henüz 13 yaşındayken koni kesitleri üzerinde çalışmıştı. Daha sonraları olasılık hesapları üzerine ve parsiyel diferensiyal denklemler üzerine temel düşünceleri ortaya koymuştu. "Ampère Zincirleme Kanunu" daha sonraları Maxwell denklemlerinin temelini oluşturmuştu. Büyük bir dahi bilim adamı olarak kimya problemleri de onu yakından ilgilendirmişti. Ampère, atom teorisi ve fiziksel kimyanın da öncüleri arasında sayılmaktadır. Ampère 1814 yılında, basınç ve sıcaklığın da eşit olması halinde, tüm gazların eşit hacımlarda eşit sayıda moleküle sahip olacacakları hipotezini ortaya koymuştu. Ampère’in, üç yıl önce İtalyan Fizikçi Kont Amedeo Conte di Quaregna e Ceretto Avogadro’nun (1776-1856) aynı yasayı biraz değişik bir biçimde dile getirdiğinden haberi yoktu.
Ampère bir matematikçi olarak, genel fizik yasalarını deneysel olarak ortaya koyup, formüllerle tespit etme yeteneğine sahipti. Danimarkalı fizikçi Hans Christian Oersted’in (1771-1851) buluşundan hareketle, elektrik akımının, manyetizmanın nedeni olduğunu gördü. Oersted’in deneylerini devam ettirdi. Ampère yer küresinin manyetizmasının elektrik akımı geçen bir iletkeni etkilediğini düşünüyordu. 1820 yılında şamandra kuralı olarak tanımlanan kuralı ve Ampère’den bağımsız olarak bir kaç yıl sonra, Seebeck’in de açıkladığı "Selonoid" in manyetik etkisini açıkladı. Aynı yıl Ampère içinden akım geçen iki iletkenin, akımların yönü aynı olduğunda birbirlerini çektiklerini ve aksi yönde olduklarında ittiklerini kanıtladı. Böylece, daha sonraları elektrik motorlarının tasarımının gerçekleştirilmesini sağlayacak olan, elektro-mıknatısın radyal hareket oluşturmasının temel prensibi bulunmuş oldu.
Ampère daha sonra, 1822 yılında olayı matematiksel olarak tespit etti ve elektrodinamiğin temel pransiplerini bilimsel olarak ortaya koydu. Bu temel yasaya göre içinden akım geçen iki paralel iletkeni, akımların yönlerine göre, iten veya çeken kuvvet, akım ile doğru, iletkenler arsındaki mesafe ile ters orantılıdır. Ampère tarafından tespit edilen elektrodinamiğin bu temel yasası, Charles Augustin de Coulomb’un (1739-1806) elektrik yükleri ve Henry Cavendish’in (1731-1810) kitle ile ilgili yasalarına çok benziyordu.
Ampère, akan elektrik akımının manyetizmin nedeni olduğunu bulduktan sonra, atomların elektrik akımını taşıdıkları hipotezini ortaya koydu. Bundan başka, malzemelerin moleküler ring akımlarına götüren, yumuşak veya sert manyetik davranışlarını araştırdı. Ileri görüşlü bu dahinin buluşu ancak 100 yıl sonra, malzeme yapı modellerinleri üzerinde yapılan araştırmalarla, dairesel hareket eden elektronlar tarafından teyit edildi.

Elektrodinamiğin esaslarını bulmanın yanısıra, Ampère ilk elektromanyetik telgrafı da buldu. 2 Ekim 1820’de, elektrik akımı ile hareket eden bir mıknatıslı iğne ile Lyon’da telgrafla haberleşmeyi önerdi. Elektromanyetik endüksiyon onun tarafından değil, ancak 10 yıl sonra İngiliz Michael Faraday (1791-1867) bulunduğu için, onun zamanında elektrik akımının ve geriliminin ölçülmesi mümkün değildi. Ampère, Galvanometre olarak tanımladığı bir akım gösterme cihazının yaratıcısı olarak da tanınır. O aynı zamanda o zamana kadar tartışmalı olan Akım ve Gerilim kavramlarını da yerleştirdi.

André-Marie Ampère 1820-1825 yılları arasındaki çalışmalarını, 1826 yılında "Elektrodinamik Oluşumların, Yalnız Deneylerden Türetilmiş Matematiksel Teorileri Üzerine" adlı kitabında topladı. Bu ölümsüz doğa bilimleri eseri günümüzde bilinen elektrotekniğin temelini oluşturdu.

André-Marie Ampère 10 Haziran 1836’da Marsilya’da (Fransa) 62 yaşında öldü. Yaşamının son 7 yılında, onu kuvvetten düşüren, akciğer nezlesi hastalığını çekti. Fakir ve yalnız olarak ziyaret ettiği Üniversite’yi denetledikten 24 saat sonra ateş krizi bastı.

Dahi bir bilim adamı ve elektrodinamiğin kurucusu, André-Marie Ampère’in çalışmalarının ödülü, adının günümüzde birçok ölçü aletinde, cihazlarda, elektrik sayaçlarında, elektrik makinalarında, gemilerde ve caddelerde adının okunması ve onun şerefine elektrik akımı birimine adının konulmasıdır.
 
Carl Friedrich Gauss (1777-1855)

230px-


Üniversitede öğrenciyken, sadece pergel ve cetvel kullanarak onyedi kenarlı düzgün bir çokgenin çizilmesi metodunu bulmuştur. Bu buluşundan çok mutlu olmuş ve mezarının üzerine bu çokgenin oyulmasını istemiştir. Archimedes tarafından başlatılan bu geleneğin bir matematikçiyi etkilediği anlaşılmaktadır.

Sayılar teorisi üzerine yazmış olduğu ilk büyük eseri "Disquistiones Aritmeticae (Aritmetik araştırmaları) ona şimdiki ününü kazandırmıştır. Eseri okuyan Lagrange, Gauss'a şunları yazmıştır:

Eseriniz sizi bir anda birinci sınıf matematikçiler arasına yükseltmiştir. Uzun zamandan beri yapılmış en güzel analitik keşfi ihtiva eden son bölümü çok önemli kabul ediyorum.
Gauss'un bu yapıtı modern sayılar teorisine temel olmuştur. Ona göre, sayılar teorisi çok önemlidir: "Matematik, bilimlerin kraliçesi olduğu gibi, sayılar teorisi de matematiğin kraliçesidir." Gauss, 1795 yılının Ekim ayında liseyi bitirip Göttingen Üniversitesi'ne gireceği zaman, matematiği mi yoksa filolojiyi mi seçeceğini bilemiyordu. Onsekiz yaşında en küçük kareler yöntemini bugünkü jeodeziye sokmuştu. Gauss bu keşfin şerefini, 1806 yılında yöntemini yayınlayan Legendre ile paylaşır.
Normal dağılıma ait Gauss kanunu ve çan eğrisi artık bilinen buluşlarıdır. Gauss, 1796'da filolojiyi tamamen bırakmış ve ilk tarihi yazısı, düzgün onyedi kenarlı çokgen hakkındaki keşfini deftere yazmıştı. Bu hatıra defteri, Gauss'un ölümünden ancak kırküç yıl sonra 1898 yılında torunlarından biri tarafından Göttingen Krallık Kurumuna, defteri incelenmek için gönderildiği zaman ortaya çıktı. On dokuz sayfalık bu defterde, kısa kısa yazılmış yüz kırk altı tane keşif yazılıydı.


Bu keşiflerin en sonuncusu 9 Temmuz 1814 tarihlidir. Bu defter 1917 yılında olduğu gibi yayınlanmış ve yetkili kimselerce bu buluşların genişçe bir incelenmesi yapılmıştır. Eğer bu buluşlar Gauss'un zamanında yayınlansaydı, bazı kimselere şöhret kapıları açılabilirdi. Çünkü, Gauss, birçok matematikçinin öncüsü ve ilham kaynağıydı. Kendisi şüphesiz böyle bir düşüncede değildi ama, gerçek buydu. Bugün, bunu kanıtlayan yazılı belgeler vardır. Adı geçen defterde çok güzel cebirsel bağlılıklar görülmüştür.


Gauss'un doktora tezi, bugün cebirin temel teoremi adıyla bilinen teoremdir. Yani, n dereceli bir polinomun tam n tane kökü vardır. Cebirsel bir denklemin kökünün a + ib şeklinde olduğunu da Gauss göstermiştir. Böylece, karmaşık düzlemi kurmuş ve karmaşık sayılar bu düzlemde gösterilmiştir. Bu düzleme çoğu kez Gauss düzlemi de denir. Ayrıca,
i·i = i² = -1


gösterimini o kullanmıştır. Gauss'un hayatının son yıllarına ait yazmış olduğu mektupların büyük bir kısmı öldükten sonra yayınlanmıştır. Gauss'un bir yanlış davranışı da, Abel'de olduğu gibi genç matematikçilerin çalışmalarına kulak asmamasıydı. Örneğin, Cauchy, karmaşık değişkenli fonksiyonlara ait ünlü ve zarif buluşlarını yayınlamaya başladığında ona karşı isteksiz ve bu yayınlardan habersizdi.



Cauchy'den hiç söz bile etmedi. Çünkü, Cauchy bu konuya başlamadan yıllarca önce, Gauss problemin en can alıcı noktasına erişmişti. Fakat onun ünlü not defterinde saklı kalmıştı. Bunun gibi daha başka örnekler de vardır. Hamilton'un kuaterniyonlar hakkındaki çalışması Gauss'un ölümünden üç yıl önce 1852 yılında Gauss'a sunulduğunda hiç bir şey söylememiştir.


Çünkü, bu sonuçta kendi not defterinde otuz yıldan beri yazılı bulunmaktaydı. Yine bu konuda öncü olduğunu ileri sürmemiştir. Hamilton'un onbeş yıl kadar uğraştığı buluşları için, Gauss ne kadar uğraştığını söylemiyordu.
 
Paracelsus (1493-1541)

1344A_paracelsus1.jpg


İsveç/Alman doktor ve kimyacı.
16. yüzyılın önemli bilim adamlarından ve modern tıbbın kurucularından biri olduğu kabul edilir.
Temel Tezi: İatrokimya

Paracelsus, varlıkların hepsinin ortak bir temeli olduğunu ileri sürdü; bu temel, daha önce ileri sürülen 4 elementin yanı sıra, onun materia prima (ilk maddeler) adını verdiği tuz, civa ve kükürtten oluşuyordu.

Bunlardan civa ve kükürt, İslâm Dünyası'nda, transformasyon Teorisi kapsamı içinde, temel iki element olarak sunulmuştu. Bu yedi temel element, canlı veya cansız bütün varlığın temel maddesini oluşturuyordu. Öyleyse aslında canlılar ve cansızlar özde farklılık göstermezler; temel yapı olarak aynıdırlar. Demek ki, onların işlevleri arasında da benzerlikler olmalıdır.

Bu ilkeden hareket eden Paracelsus, kimyada kabul edilmiş yasa ve ilkelerin, aslında canlılar için de geçerli olduğunu savundu. Bir canlı, belli bir kimyasal yapıya sahipse, buna bağlı olarak o yapıda oluşacak bozukluklar, doğal ki kimyasal kökenli olacak ve kimyasal ilkelerin açıklama modelleriyle anlaşılabileceklerdir; bu durumda yapının düzeltilebilmesi de, ancak kimyasal maddelerle olanaklı olacaktır: Bu anlayışa İatrokimya denmiştir.

Bu kurama dayanarak, Paracelsus, vücut işlevlerinin, örneğin midenin işleyişinin kimyasal bir süreç oluşturduğunu ileri sürer. Mide sindirim görevini besin maddelerini ısıtıp, ıslatarak veya onları bazı hareketlerle parçalayarak değil; midenin salgıladığı bazı sıvılar vasıtasıyla onu kimyasal bazı değişimlere tabi tutar. Bu yaklaşımı temel alan sonraki yüzyıllarda, bazı bilim adamları, araştırmalarını salgı bezleri üzerinde yoğunlaştırmışlardır.

___________________________

Paracelsus modern tıbbın yanında, modern farmakolojinin (İlaçbilimi) de kurucusu olarak nitelendirilebilir. Pek çok kimyasal madde üzerinde araştırmalar yapmış ve antimonu bulmuştur ki, daha sonra 17. ve 18. yüzyıllarda antimon, iatrokimya görüşlerini destekleyenler tarafından sıkça ilaç olarak ya da ilaç karışımları içinde kullanılmıştır; bu tip ilaçlara arkana tipi ilaçlar denir. Paracelsus'un bazı terimleri Arapça'dan aldığı söylenir, alkol terimi de, örnek gösterilir.

Paracelsus sonraki dönemlerde birçok bilim adamını etkilemiştir. Bunlardan van Helmont özellikle sindirim ve solunum sistemlerini incelemiştir
İatrokimya görüşünün yanında, yine 16. yüzyılda fizik bilimini ve fizik ilkelerini canlı yapının açıklamasında temel alan görüşler gelişmiştir ki, bu görüşlerin temsilcileri arasında Galilei, Descartes ve Steno sayılabilir. Bunların görüşleri de İatrofizik olarak adlandırılmıştır.

Bu okulun temsilcilerinin daha çok tekniğin gelişmesinde etkin olduğu görülmektedir. Örneğin Galileo ve bir grup arkadaşı Academia del Cimento'yu kurmuşlardır; onların çalışmaları sayesinde mercek üzerinde yapılan çalışmalar daha sonraki yıllarda gelişmiş ve mikroskop ve teleskop bilimsel araştırmalar yaparken kullanılmaya başlanmıştır.
İatrokimya ve İatrofizik görüşleri, daha sonra mekanik okulu oluşturacak şekilde birleşmiştir; mekanik okul, canlı ve cansız bütün varlıkların yapı ve işlevlerinin birbirine benzediğini ve dolayısıyla fizik ve kimya olaylarının açıklanmasında kullanılan prensiplerin biyolojide de geçerli olduğunu kabul etmiştir.

Bu görüşten hareket eden bilim adamları, canlı varlıkların da cansız nesneler gibi, laboratuvarda incelenebileceği fikrini savunmaya başlamalarıyla biyolojide deneysel yöntemin yaygın olarak kullanılması söz konusu olmuştur.
Paracelsus’a göre, bir cerrah bütün bitkileri tanımak, bilmek zorundadır; onları nasıl kullanacağını, onların çok hızla mı yoksa yavaş mı etki ettiğini bilmek zorundadır. Ayrıca, onların etkilerinin bilinmesi gerekir, etkilerinin kaslar mı, kemikler mi yoksa damarlar üzerinde mi olduğunun cerrah tarafından bilinmesi lazımdır. Örneğin balsamın kırık için mi, yoksa yaralarda mı etkin olduğunun bilinmesi gerekir. Buna ilave olarak, yaranın açık ve korumasız olmasına göre, uygun bir pansumanla, yarayı temizleyip, onu dış etkilerden korumalıdır. Mümkün olduğu kadar doğanın tedavi gücünün yarayı iyileştirmesine yardımcı olmalıdır. Bu da herşeyden önce iyi beslenme ile mümkün olur.
 
Albert Abraham Michelson (1852-1931)
AB3FE_Albert_Abraham_Michelson.JPG


Kariyeri boyunca fiziğin çeşitli dallarıyla ilgilendi. Onun özel bir yeteneği olduğu anlaşılan optikte başarı sağladı. Işığın hızını ilk olarak 1881 'de inanılmaz bir duyarlılıkla ölçtü. Dünyanın hareketinin, ışık hızının ölçümündeki etkisini ölçen interferometre'yi keşfetti. Profesör E. W. Morley' le birlikte interferometre'yi kullanarak ışığın bütün dahili sistemlerde aynı hızda ilerlediğini gösterdi. Interferometre ayrıca istenilen mesafeyi dalgaboyu cinsinden büyük bir duyarlılıkla ölçmek içinde kullanılıyordu.
Uluslararası ağırlık ve ölçü birimleri komitesinin isteği üzerine standart metreyi Kadmiyum ışığının dalgaboyu cinsinden ölçtü. Echelon spectroscope'unu buldu ve savaş yıllarında deniz kuvvetlerindeki çalışmalarıyla burası için aletler geliştirdi. U.S. deniz kuvvetleri araç gereçleri arasında yer alan mesafe ölçeri(Rangefinder) bunlardan biridir. Sivil yaşama döndüğünde daha çok astronomi ile ilgilendi. 1920'de ışık girişimini kullanarak ve interferometre'nin gelişmiş şekliyle, Betelgeuse yıldızının çapını ölçtü. Bu ölçüm aynı zamanda ilk defa bir yıldızın büyüklüğünün doğru olarak tesbitidir.
 
Alan Mathison Turing (1912-1954)
alan_turing_1.jpg

İngiliz matematikçi ve bilgisayar bilimcisi.

Bilgisayar biliminin kurucusu sayılır. Geliştirmiş oldugu Turing testi ile makinaların ve bilgisayarların düşünme yetisine sahip olup olamayacakları konusunda bir kriter öne sürmüştür.
2. Dünya Savaşı sırasında Alman şifrelerinin kırılmasında çok önemli bir rol oynadığı için savaş

kahramanı sayılmıştır. Ayrıca Turing makinası denilen algoritma ile modern bilgisayarların kavramsal temelini atmıştır.

Adı ayrıca Princeton'da beraber çalıştığı tez hocası Alonzo Church ile geliştirdiği Church-Turing Hipotezi ile de matematik tarihine geçmiştir. Bu tez bir algoritmayla tarif edilebilecek tüm hesaplamaların dört işlem, projeksiyon, eklemleme ve tarama operasyonlarıyla tarif edilebilecek hesaplamalardan ibaret olduğunu ifade eder. Bir matematiksel teorem olmaktan ziyade matematik felsefesi hakkında çürütülememiş bir hipotezdir.

1952 yılında şantaja maruz kaldığı şikayetiyle polise başvurup eşcinsel olduğunu açıklayan Turing, eşcinsellik suçlamasından yargılanıp 1 sene boyunca östrojen iğnesi olmaya mahkum edilmiştir. 1954 yılında potasyum siyanid zehirlenmesinden ölmüştür. Polis araştırmasında Turing'in ölmeden önce ısırdığı elmanın zehirli olduğu anlaşılmış ve ölümün intihar sonucu olduğuna karar verilmiştir.
Adı ayrıca anısına verilen ve bilgisayar biliminin Nobel'i sayılan Turing Ödülü ile de akademik bilişim dünyasının bir parçası olmuştur.

Gelişim biyolojisi alanındaki en önemli matematiksel modellerden biri olan reaksiyon-difüzyon modeli de Turing tarafından formüle edilmiştir.
 
Erwin Schrödinger (1887-1961)
Erwin_Schrodinger3.jpg

1920'de Max Wien'in asistanı olarak akademik görev aldı. Stuttgart (extraordinary professor), Breslau ( professor), ve altı yıl kalacağı Zurih Universite'sinde (von Laue yerine) görev yaptı. Sonraki yıllarda Schrödinger burada Hermann Weyl ve Peter Debye'un da aralarında bulunduğu arkadaşlarıyla olan çalışmalarını büyük bir keyifle anar.

Burada Schödinger teorik fiziğin değişik alanlarında yaptığı çalışmalarla en verimli dönemini yaşadı.Bu dönemde katıların özgül ısıları, thermodinamik problemleri(o bu konuda Boltzman'ın olasılık teorisi ile oldukça ilgilendi), atomik spectrum, renklerin fizyolojisi üzerine yoğunlaştı. Onun en büyük keşfi Schrödinger dalga denklemleridir.
Schrödinger dalga denklemi, onun Bohr'un Orbit Teorisi'ndeki quantum koşulundan tatmin olmamasından ve atomik spectranın eigenvalue problemiyle belirlenmesi inancıyla ortaya çıktı. Bu çalışmasıyla Dirac'la birlikte 1933'te Nobel fizik ödülünü aldı.
Gravitation ve Elektromagnetism'in birleştirilmesi problemi de dahil birçok araştırma yaptı ve yazı yayımladı. O atomik fiziğin temlleriyle derinden ilgilenmeyi sürdürdü. Schrödinger genel olarak, atomun, dalga ve parçacık olarak açıklanmasından hiç hoşnut olmadı. Ve dalganın istatistiksel gösterimiyle yalnızca dalgalardan oluşan bir teori oluşturmaya çalıştı. Bu onu diğer önde gelen fizikcilerle uzlaşmazlığa düşürdü.
 
Andrei Sakharov (1921-1989)
ADF3E_sakharov-1.jpg


1942 de Moskova Universite'sinden mezun oldu.Ve 26 yaşında Fizik doktorası için P.N. Lebedev Enstütüsüne gitti. Bir yıl sonra araştırma çalışmalarına sovyet fizikci Igor Tamm'la birlikte fission enerjisini kontrol altında tutmak için devam etti.Bu çalışmalar Hidrojen bombasının doğuşuna neden oldu.
 
Lord (John William Strutt) Rayleigh (1842-1919)
7ZD97_John_William_Strutt2.jpg


1879'da, deneysel fizik profesörü ve Cavendish Laboratuvarı başkanı Maxwell'in asistanı olarak atandı. 1884'te kendi şehri Essex'de deneysel çalışmalarını sürdürmek için Cambridge 'den ayrıldı. 1887'den 1905'e kadar Royal Institution of Great Britain'de felsefe profesörü olarak çalıştı. Daha sonra altı yıl Government Committee on Explosives'e başkanlık yaptı.
Rayleigh'in ilk bilimsel çalışmaları optikle ilgi matematik konuları üzerineydi. Fakat daha sonraki çalışmaları fiziğin bütün alanlarını kapsadı. Bunlar arasında ses, dalga teorisi, renk görünümü, elektrodynamik, elektromagnetism, ışığın yayılımı, sıvı akışkanlığı, hydrodynamik, gazların yoğunluğu, viscosity, esneklik ve fotoğrafcılık sayılabilir.Onun sabırlı ve duyarlı deneyleri, direnç akım ve elektromotive kuvveti'nin standartlarını belirledi. Daha sonraki çalışmalarını elektrik ve magnetik üzerine yoğunlaştırdı.


Rayleigh çok iyi bir eğitmendi. Onun etkili danışmanlığı sayesinde Cambridge'de deneysel fiziğin sistematik kuralları geliştirildi. Theory of Sound adlı yayımı 1877-1878 yıllarında iki cilt olarak yayımlandı. Diğer çalışmaları 1889-1920 yıllarında basılan altı ciltlik bilimsel yayımlarda basıldı. . Ayrıca Encyclopaedia Britannica'ya katkıda bulundu .


Yayımlarında anlaşılması güç konularda bile akıcı bir dili vardı. Tellafuzuyla yalınlık ve sadelik te bir model olarak gösterilir. 446 sayfalık bütün çalışmalarını kapsayan kitabı, onun ne kadar derin bir anlama yeteneği olduğunun göstergesidir.


Royal Society (1873)'nin bir üyesiydi. Ve 1885'den 1896'ya kadar sekreterya görevini yürüttü,ve 1905'den 1908' e kadar da başkanlığını yaptı. Order of Merit (1902) sahibiydi. Royal Society'nin Copley, Royal, ve Rumford Madalyaları ile ödüllendirildi, ve 1904 'te Nobel ödülü aldı.
 
Wolfgang Pauli (1900- 1958)
79D51_pauli1.JPG


Wolfgang Pauli 2 nisan 1900'de Viyana'da doğdu. Arnold Sommerfeld'in yanında Munich Universite'sine gitmeden önce ilk eğitimini Viyana'da yaptı. Doktorasını 1921 yılında aldı ve Göttingen Universite'sinde bir yıl Max Born'un, daha sonraki yıl da Copenhag'da Niels Bohr'un yanında asistan oldu. Zurih Federal teknoloji Universite'sinde teorik fizik profesörü olmadan önce, 1923-28 yıllarında Hamburg Universite' sinde okutman olarak çalıştı.
Pauli yirminci yüzyıl fizikçilerinin seçkinlerindendi. Onun arkadaşları daha öğrenciyken o, bir lider olarak biliniyordu. Görecelik Teorisinin iyi bir açıklamasını yayımladı. Onun adıyla anılan Exclusion prensibi' ni ortaya attığında, atomun yapısını belirginleştirdi, ve elektronun durumunu nitelendirmek için iki değişkenli bir fonksiyonun gerekliliğini ortaya koydu. Pauli, II. dünya savaşından hemen önce Zürih'teki Teorik Fizik araştırma merkezinde, yüksüz, ağırlıksız ve Beta bozumu sırasında enerji yüklü parçacığı, neutrinonun varlığının farkına varan ilk kişidir.
Pauli; alanların quantum teorisi keşfine büyük katkılarda bulundu ve 1945 yılında bu alandaki büyük ilerlemeye aktif olarak katıldı. Daha önce temel parçacıkların yörünge ve istatistiği arasındaki ilişkiyi ortaya koyarak, alan teorisini birleştirmiştir.

Teorik fizik ve quantum mekanik problemleri üzerine birçok ülkede makaleleri yayımlandı.Pauli Royal Society of London 'in yabancı bir üyesiydi. Ayrıca Swiss Physical Society, American Physical Society, American Association for the Advancement of Science'yede üyeydi. 1930 yılında Lorentz Madalyasıyla ödüllendirildi.
 
Werner Karl Heisenberg (1901- 1976)
Werner_Heisenberg_at_1927_Solvay_Conference


Werner Heisenberg 5 aralık 1901'de Würzburg'da doğdu. Doktor August Heisenberg ve Annie Wecklein'in oğullarıydı. Babası sonra Munih Universitesi 'nde orta ve modern Yunan dilleri Profesörü oldu. Belki de babasının bu görevinden etkilenerek, Japon fizikci Yukawa'nın keşfettiği ve mesotron adını verdiği parçacığı o yunancadaki "meson" diye adlandırdı.

Heisenberg 1920'de Munih Universite'sinde Sommerfeld, Wien, Pringsheim, ve Rosenthal'in yanında fizik okumaya gitti. 1922-1923 kışında Göttingen Universite'sinde Max Born ,Frank ve Hilbert 'in yanına fizik çalışmaya gitti. 1923'te Munih Universitesinden doktorasını aldı. Ve Max Born'un assitanı aldu. 1924 'den 1925'e kadar Niels Bohr'la beraber Copenhagen Universitesi' nde çalıştı. 1925 yazında Göttingen'e geri döndü. 1926'da tekrar Niels Bohr'un yanında teorik fizik dersi vermek üzere Copenhagen Universite'sine atandı. 1927'de henüz 27 yaşındayken Leipzig Universite 'si teorik fizik profesörü oldu. 1929 yılında ders vermek için Amerika , Japonya ve Hindistan'ı dolaştı.
1941'de Berlin Universite'sine fizik profesörü olarak atandı ve Kaiser Wilhelm fizik enstütüsünün direktörlüğüne getirildi. Ikinci dünya savaşı sonunda o ve diğer Alman fizikciler, Amerikan birlikleri tarafından tutuklanıp Ingiltere'ye gönderildiler. Fakat Heisenberg 1946'da Almanya'ya geri döndü. Burada Göttigen Fizik Enstütü'sünü arkadaşları ile birlikte yeniden düzenledi. Bu enstütünün adı daha sonra Max Plack Enstütü' sü olarak değiştirildi.
Heisenberg, 1948'de Cambridge'de ders vermek amacıyla bir kaç ay kaldı. 1950 ve 1954'de iki defa Amerika'dan ders vermek için teklif aldı. 1955-56 kışında Iskoçya St. Andrews Universitesi'nde dersler verdi, daha sonra bu dersleri bir kitap olarak yayımladı.
Heisenberg, 1955 yılı boyunca Max Planck Enstütüsü'nden ayrılması için kendisine karşı çalışanlarla uğraştı. Bu arada o hala enstütünün direktörüydü. Bunun için Münih'e gitti. ve 1958'de Munih Universitesine Profesör olarak atandı. Ondan sonra enstütünün adı Max Planck fizik ve Astrofizik enstütüsü oldu.
Heisenberg ismi hep 1925'te yayımlanan Quantum Mekanik Teory ile anılır. Bu teori ve özellikle teorinin hidrojenin özdeş formlarının keşfiyle iligili uygulama alanları yüzünden 1932'de Nobel fizik ödülü aldı. Onun teorisi atom tarafından yayılan radyasyonun gözlemlenmesi temeline dayanır. Teoriye göre, belirli bir zamanda bir elektronun yerini yada (Niels Bohr'un öngördüğü üzere) gezegenlerin yörüngesi gibi elektronların yörüngesini tesbit edemeyiz. Pozisyon, hız gibi mekanik değerler sayılar yerine matrices adını verdiği soyut matematiksel yapılarla tanımlanmalıdır. Daha sonra Heisenberg bu teoriyi matrix denklemleriyle formüle etti. Hareketli bir parçacığın momentum ve hızının hesaplanması; quantum sabiti h ile, ölçülecek değerin çarpımlarından daha küçük olmayacak biçimde belirsizlik taşır kuralını içeren belirsizlik ilkesi(Uncertainty Principle)'ni ortaya attı. Bu belirsizlik insan için ihmal edilebilirsede atom düzeyinde gözardı edilemez.
1957'den sonra Heisenberg Plasma fizik, thermonuclear süreç problemleri ve Genova'daki uluslararası Atomik Fizik Enstütü'süyle sıkı işbirliğinde çalıştı. Birkaç yıl bu enstütünün bilimsel politik komitesine başkanlık etti ve daha sonra üyesi olarak kaldı.
1953'te Alexander von Humboldt vakfının başkanı olduğunda yurtdışından bilim adamlarını davet edip Almanya'da çalışmaları için uğraş verdi. 1953'ten sonra teorik çalışmaları; ona göre temel parçacıkların fiziğini anlamada anahtar olan,Birleşik Alanlar Teorisi üzerine yoğunlaştı.
Hobilerinden biri klasik müzükti. Seçkin bir piyanistti.
 
A. L. Lavoisier (1743-1794)
225px-


Antoine Laurent Lavoisier 1743 yılında Paris'te doğdu. 1794'te yine aynı şehirde idam edilerek öldürüldü. Babası avukattı. Annesi o daha çocukken öldüğü için, teyzelerinden biri tarafından yetiştirildi. College Mazarin'de eğitim gördü, bakaloryasını 1763'te, lisansını 1764'te aldı. Lavoisier iki farklı görevi üstün başarıyla sürdürmeyibaşardı. Tahsildar olarak devlet hizmetine girdi. Ama çok genç bir yaşta, büyük bir duyarlık ve canlılıkla bilimsel çalışmalara koyuldu. Tartışmalı geçen bir seçimden sonra, 1769'da Akademi üyeliği onaylandı ve 1778'de maaşlı üye oldu. Tahsildarlıkta da gösterdiği başarı, onu 1780'de Mültezim yaptı.

Eserinin niteliği kendi döneminde yaygınca biliniyordu. 1788'de "Royal Society"ye seçildi. Cavendish'in başlattığı ve Priestley'in geliştirdiği gaz kimyası çalışmalarını geniş bir alana yaymış ve bunları etkili bir şekilde birbirleriyle kıyaslamıştı. Bundan dolayı çalışmalarında İngilizlerin güçlü etkisini görmek mümkündür. 1771'de Marie-Anne Paulze ile evlendi. O da özellikle İngilizce alanında uzmanlaşmış iyi bir dilbilimciydi. Lavoisier eşinden büyük destek gördü.
Bayan Lavoisier eşinin yazılarını İngilizce'ye çeviriyor, İngiliz yazarların yapıtlarını da Fransızca'ya çeviriyordu. MarieAnne Paulze, bir yandan Prusya toplarının namlu imalini denetlerken, öte yandan sıcaklık üzerine yaptığı gözlemlerle tanınan sıradışı bir bilim serüvencisi Kont Rumford ile evlenmekle hayat kurtarmıştı. Berzelius, Lavoisier'in ölümünden çok sonra Paris'e uğradığı bir sırada, bilim adamlarının doldurduğu bir salonda başkanlık ederken gördüğü Barones Rumford'un heybetli tavirlarını anlatır.
 
Konrad Lorenz (1903-1989)
konrad_lorenz2.jpg


Lorenz anatomi bilimiyle uğraştı. Bu arada yakın arkadaşı Bernard Rellman'ın düşüncelerinden etkileniyordu. İki arkadaş, doğa tarihi konusunda hemfikirdiler. Lorenz ilk makalesi "Karga YavrularıÜzerine Gözlemler"i 1927'de yayımladı. Bir yıl sonra tıp doktorasını tamamladı.
Lorenz, pratisyen hekimliği seçmedi. Onu cezbeden anatomiydi, o bölümde asistan oldu. Bu dönemde hayvanların doğal davranışları üzerine düzenli. çalışmalar yapan Oskar Heimoth'la tanıştı. Lorenz'in yaptığı birçok gönderme Heinroth'tan çok şey öğrendiğini açıkça gÖsterir. Lorenz 1933'te zooloji doktorası aldı. Temel bilimsel çalışmaları 1926 ile 1938 arasında kalan döneme rastlar. Bugüne kadar araştırmalarını sürdürmesine karşın, büyük buluşlarını bu 12 yıllık dilimde yapmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında bilimsel çalışmaları tamamen aksadı. Biyografisini yazan Alec Nisbett, onun safdil bir politikacı olduğunu, savaş patlamadan önce, Nazi rejiminin mahiyetini tam anlamıyla kavrayamadığını söyler. Tıp adamı nitelikleri onu askeri hekim olmaya sürükledi. 1941'den itibaren Polonya'da hizmet etti. Oradan Doğu Cephesine gitti ve 1944'te Ruslar tarafından esir edildi. Büyük bölümü Sovyet Ermenistanı'nda olmak üzere, toplam üç yıl esir kaldı.


Savaştan sonra Almanya ve Avusturya'da bilimsel araştırmalar, işgal kuvvetlerinin zorbaca kontrolleri yüzünden büyük ölçüde aksamıştı. Sonunda 1948'de Göttingen'de Max Planck Enstitüsü kuruldu. Enstitüyü yöneten topluluk Lorenz'in araştırmalarını desteklemeye hazırdı. Lorenz, Altenberg'teki evini Enstitünün bir parçası ve bölge istasyonu olarak kullandı. 1951'de Baron von Romberg'in yardımları sayesinde, önce Balder'de, hemen arkasından Seewiessen'de tamamen etolojik araştırmalara vakfedilmiş bir enstitü kuruldu. Bu da Max Planck Enstitüsünün bir parçasıydı. Lorenz 1962'de Müdür oldu.
1974'de Nobel Ödülünü, Niko Tinbergen ve Otto von Frisch'le paylaştı.

 
Anders Celsius (1701-1744)
213px-Anders_Celsius.jpg


ünlü İsveçli fizikçi, astronom ve matematikçidir.
Astronomi, matematik ve deneysel fizik okuyan Celsius, bir süre Uppsala Üniversitesi'nde matematik profesörü olarak öğretim üyeliği yaptıktan sonra 1730'da Astronomi profesörlüğüne getirildi. 1733'te kendisinin ve başkalarının kutup ışıklarına (aurora borealis) ilişkin, yapmış oldukları 316 gözlemin sonuçlarını derleyerek yayımladı.

1736'da dünyanın kutuplardan daha basık olduğunu ileri süren Newton'un savını kanıtlamak amacıyla saha araştırması yapan Maupertius'un ekibiyle İsveç'in kuzeyindeki Tornia'ya gitti. Meridyen ölçümündeki katkılarıyla bu ekibin Newton'un savını doğrulamasına yardımcı oldu. 1740'ta Uppsala Gözlemevi'ni kurarak, Jüpiter'in uydularının ışık şiddetindeki değişimi ve fotometrik yöntemlerle yıldızları inceledi.

Celsius bugün astronomi alanındaki çalışmalarında çok, 1742'de önerdiği sıcaklık ölçüm sistemi ile tanınır. Termometrelerde yüzlük derecelendirme daha önce kullanılmışsa da, bu skala da bugün kullanılan sistemde iki sabit derecenin bulunması Celsius'un önerisinden kaynaklanmaktadır. Celsius bu amaçla buzun ergime ve suyun kaynama derecelerini sabit noktalar alarak alıp aradaki farkı yüz eşit dereceye bölerek bugün kullanılan termometre sistemini oluşturmuştu.


Ne var ki suyun kaynama noktasını 0 ºC, donma noktasını ise 100 ºC olarak kabul etmişti. Bu derecelendirme sekiz yıl sonra Celsius'un öğrencisi Carl von Linné tarafından tersine çevrilerek bugün kullanılan durumuna getirildi. Santigrat (centigrade) adıyla da bilinen Celsius derecelendirme sistemi, Fahrenheit ve Kelvin'inkilerle birlikte bugün yaygın olarak kullanılan üç sıcaklık ölçüm sisteminden biridir.
 
George Simon Ohm (1787-1854)
georg_simon_ohm.gif


Georg Simon Ohm 16 mart 1787 de Earlangen Bavaira da doğan bir alman fizikçidir.
Bir çilingirin oğlu olan Alman fizikçi George Simon Ohm, babasının yanında çalıştıktan sonra Köln’deki Cizvitler Koleji’nde ve Berlin Harpokulu’nda matematik ve fizik öğretmenliği yaptı; Köln, Nürnberg ve Münih üniversitelerinde profesörlük yaptı.

ohm lise öğretmenliği yaparken daha önceden Alessandro Volta tarafından bulunan elektrokimyasal hücreler üzerine çalışmaya ve araştırma yapmaya başladı.

kendi ekipmanlarını kullanıp araştırma yapması sırasında bir telden geçen akımın, geçtiği alanla doğru orantılı ve uzunluğuyla ters orantılı olduğunu buldu.

bu deney sonuçlarını kullanarak Ohm, gerilim akım ve direnç arasında ki bağlantıyı buldu.
bu denklem oldukça büyük bir gelişmeydi, çünkü elektrik devrelerinin analizlerinin yapılmasının başlangıcını ve temelini oluşturuyordu.

fakat maalesef Ohm 1827 de bu buluşunu yayınlayınca, kolej de kabul görmedi. ve OHM lise öğretmenliği pozisyonundan istifa etmeye zorlandı. ve ohm yoksulluk içinde yaşadı,

1830’da A.C. Becguell’in çalışmalarından habersiz olarak pillerdeki kutuplama olayını açıkladı. 1843’te insan kulağının çeşitli titreşimler arasında, sinüsoidal titreşimleri ayrıt ederek algılayabileceğini ispatladı ve canavar düdüklerinin teorisini kurdu.

1833 de Nüremberg de profesörlük pozisyonuna kabul edilinceye kadar bu yoksul hayatı devam etti. bu ohm için çok iyi bir gelişmeydi, zaten bu zamana kadar çalışıp çabaladığı hayatı boyunca bir üniversite görevi yoktu.
Ohm, elektrik akımını bir sıvının debisi, potansiyel farkını da bir seviye farkı gibi kabul ederek ve elektrik miktarını, şiddetini, elektromotor kuvveti kesin bir şekilde tanımlayarak, elektrokinetik olaylar için bilimsel terimler ortaya koydu.

Belirli kesit ve uzunluktaki, belirli bir madenden yapılmış bir teli standart seçerek, öbür teller için bugün ‘direnç’ denilen özelliği “indirgenmiş uzunluk” adıyla tanımladı ve ünlü yasasını, “akım şiddeti = elektroskopik kuvvet / indirgenmiş uzunluk” biçiminde açıkladı. 1826’da yayımladığı makalelerde, Ohm’un bu yasaya tümüyle deneysel yoldan vardığı görülür.

Georg Simon Ohm un bulduğu ve bizim bugün OHM Kanunu olarak bildiğimiz ,

I = V / R

bu üç değişkenli formül tüm elektrik devrelerinin temelini oluşturmuştur.

ohm bu buluştan sonra bir elektrik devresinde elektromotor gücünün dağılımını keşfetti. ve direnç, elektromotor kuvveti ve akım şidddeti arasındaki bağlantıyı buldu.


Yaşamı sırasında bilime yaptığı katkı takdir görmeyen George Zimon Ohm, ölümünden yaklaşık otuz yıl sonra adı direnç birimine verilerek onurlandırıldı.
 
James Prescott Joule (1818-1889)
joule.gif


Joule (James Prescott), İngiliz fizikçisi (Salford, Manchester yakınları 1818 - Sale Cheshire 1889).

Önce kimya derslerini izledi, bununla birlikte çok kendi kendini yetiştirmiş sayılır. Salford’da bir bira fabrikasının müdürü oldu, kısa bir süre sonra bu isi bırakarak kendini tamamen bilimsel çalışmalara verdi.1841’de bir iletkenden elektrik akımı gedmesiyle açığa çıkan ısıyla ilgili, kendi adını taşıyan kanunları hazırladı. Ertesi yıl, ünlü deneyiyle kalorinin mekanik eşdeğerini belirledi. Zinde kuvvet kavramını ortaya atarak, mekanik enerjinin korunumu ilkesini açıkladı.

1851’de Mariotte kanununu gazların kinetik teorisine dayanarak yorumladı ve gaz moleküllerinin ortalama hızını hesapladı. 1852’de W.Thomson ile birlikte yaptığı araştırmalar sonunda tükel gazlarda boşluk içindedeki adiyabatik genleşmenin sıcaklık değişimi olmadan meydana geldiği (Joule Kanunu), buna karşılık gerçek gazlarda hafif bir soğuma olduğunu (Joule-Thomson Olayı) açıkladı.

1850’de Royal Society’ye üye seçildi; yayımladığı sayısız inceleme yazısı, 1884’te Scientific Papers(Bilimsel Yazılar) baslığı altında derledi.

Joule Kanunu, “tükel bir gazın iç enerjisi yalnız sıcaklığına bağlıdır” seklinde tanımlanan kanundur. Bu kanun, Joule’ün, gazlarda dış etki ve sıcaklık değişikliği olmadan meydana gelen adiyabatik genleşme üstüne yaptığı deneyin sonucudur.

Joule Olayı, homojen bir iletkende, içinden bir elektrik akımının gedmesiyle meydana gelen ısınma; 1882’de William Siemens tarafından teklif edilen bu terim, ingiliz fizikçisi Joule’ün adından alınmış ve bütün bilginlerce benimsenmiştir.

Joule-Thomson Olayı, gözenekli bir çeper arasından basınç değişikliğiyle yayılan bir gazın uğradığı sıcaklık değişimi. Sıcaklığa ve gazın cinsine göre, bu değişiklik soğuma veya ısınma seklinde olabilir,


Joule’ün yaşamındaki önemli tarihler;

1818 – Salford, Lanchashire’da doğdu

1840 – Joule Yasası

1843 – Yapılan isin sonucunda ısı açığa çıktığını kanıtladı

1848 – Gazların kinetik teorisi yayımlandı

1889 – Sale, Chshire’da öldü

 
X